Bir yaprak daha
yırttım Saatli Maarif’ten, Kasım’ı ortaladık.
11 çarşambaya hazırladım kendisini. Saatli Maarif buraya geleli
onbir ay olmuş, ondan öncesi altı ay…Bir buçuk yıldır adresim Toronto. “İlk
sene çok hızlı geçer”, demişlerdi ilk seneyi gömenler. Öyle de oldu.
Önümde bana buraları soran, tanımadığım birinden bir posta…
Bunlardan oldukça sık alıyorum. Meğer benim Kanada’dan küfrederek
sözeden İzmirli’ye yazdığım mektup, oldukça sık tıklandığı için burası
hakkında Hz. Google’da görüş arayanların uğrak yeri olmuş. Ben de tam fikir
soracak averaj biriyim ya, insanlara saçma sapan detaylar anlatırken buluyorum
kendimi…Kafa karıştırabilecek romantik detaylar çoğu, bana sorarsan olacağı bu…
Aslında herkes sadece çok iyi tanıdıklarına fikir sormalı,
hayat tarzı, felsefesi, zevklerine güvendiklerine sormalı. Hoş ben de aynı şeyi
yaptım gelirken. İnsan aslında gerçekten
merak ettiği için sormuyor. Çoğu soran, zaten kararını vermiş de, konuyu kendi içinde
pekiştirmek, duymak istediğine yakın bir nokta yakalayıp, “hah işte , ben de
zaten böyle düşünüyordum"u, onaylamak için soruyor.
Benim bir şikayetim yok, zira lafı uzatmayı, anlattıkça
anlatmayı sevdiğim için seve seve yanıtlıyorum o postaları…
Onları hayal kırıklığına uğratmamak için bahsediyorum
bir buçuk senedir heybeme attıklarımdan. Ama aslında hepsine şu masalı anlatmak
istiyorum:
“Uzak diyarların birinde, surlarla çevrili bir kasabanın
girişinde yaşlı çobanla çırağı, her gün sabahtan akşama koyunları, kuzuları
otlatırmış. Biraz üşengeçlermiş diye düşünüyorum, gitsene şöyle su kenarına
falan! Yok, bunlar benim Kerem’le aynı kumaştanmış. “Kapının önü uygundur, uzaklaşırsak yoruluruz falan”
diye hem küçükbaşları seyreder, hem örgü örer, hem de geleni, geçeni
keserlermiş…Örgüyü niye mi örüyorlar? Ben istedim diye sanırım. Bir çobana yakışacak detay...Scrabble oynuyorlar desem esas şüphelenin...
Bir gün, yorgun argın bezgin bir adam kasabaya yaklaşmış,
gelmiş kapının önünde durmuş.
-Selamün aleyküm , beybaba , nasılsın?
-İyiyim evlat, hoş gelmişsin, kime baktın?
-Kimseye bakmadım beybaba, ben kendime yerleşecek yer
arıyorum. Bizim oralar yaşanmaz oldu. Kendime yepyeni sayfa açacağım. De bana
bir zahmet, nasıldır buranın havası, suyu, insanı?
-Evlat, hava, su bedava, güzel. Sen de esas, nasıldı
geldiğin yerin insanı?
-Sorma baba, bizim oralarda herkes hıyar! Hepsi üçkağıtçı,
yalancı, dolancı, fırsatçı… Ciğerleri beş para etmez. Ben kendime şöyle güzel
insanların olduğu bir yer arıyorum. Burası nasıldır söyle bana?
-Evlat, az soluklan, buyur iç bir ayran. Sonra da arkana
bakmadan dön git. Buranın insanı da aynen dediğin missal, sana yaramaz, hepsini
kessen bir cacık olmaz…
Adam, hayal kırıklığına uğramış. Ama ne yapsın, az oturmuş,
havadan, sudan, ayrandan laflamış, sonra da uzaklaşmış.
Çırak göz ucuyla bakmış yaşlı çobana. İçinden:
“Yuh be baba, amma yaptın. Gerçi kasap sahiden boktan
herifin teki, bakkalın da terazisi oynak, ama o kadar da değil yahu!”, demiş,
ama sesi dışına geçmemiş…
Bizim iki çoban günlük kuzu otlatma, örgü örme
aktivitelerine devam ededursun, uzaklardan başka bir adam belirmiş… Beriki misal,
yaklaşmış, selam vermis, selam almış…
Ve masalların en sevdiğim sonsuza kadar
tekrar edebilecek yeri gelmiş. Anlatırken
de kolay, yazarken de copy-paste…
-Selamün aleyküm , beybaba , nasılsın?
-İyiyim evlat, hoş gelmişsin, kime baktın?
-Kimseye bakmadım beybaba, ben kendime yerleşecek yer
arıyorum. Bizim oralar yaşanmaz oldu. Kendime yepyeni sayfa açacağım. De bana
bir zahmet, nasıldır buranın havası, suyu, insanı?
-Evlat, hava, su bedava, güzel. Sen de esas, nasıldı
geldiğin yerin insanı?
-Sorma dede, mecbur kalmasam ayrılmazdım. Sebebi bende gizli,
konuşunca beni üzen bir konu. Ne ağladım, ne ağladım vedalaşırken. Herkes can,
herkes canandı. Ben bu kadar güzel insanı bir daha nerede bulurum, ama
mecburum. Aranır dururum.
-Evlat, az soluklan, buyur iç bir ayran. Sonra da kalbin
ferah gir içeri. Buranın insanından güzelini başa yerde bulamazsın. Gir kur
hayatını, herkes olur sana can…
Adamdan mesudu yok, az
oturmuş, havadan, sudan, ayrandan laflamış, sonra da girmiş kapıdan içeri.
Çırak göz ucuyla bakmış yaşlı çobana. Bu kez dayanamamış, dışından:
-Yahu usta…Bir kasaba halkı bir kaç saat içinde bu kadar
değişir mi. Sen ne yaptın? Birini gönderdin, birini aldın? Hangisine doğruyu
dedin, hangisini aldattın?
Usta elinden örgüsünü bırakmış. Dönmüş çırağa bir göz atmış:
-Her ikisine de doğrusunu söyledim, kimseyi aldatmadım, demiş.
Bu iki yolcu geldikleri yerden içlerinde
taşıdıkları neyse, gittikleri yerde de
onu bulacaklar. İkisi de kendisini anlattı."
İnsan sadece neden ve ne kadar çok gitmeyi istiyor, hepsinden önce
ona bakmalı…. Yoksa, her yere kendisiyle gidiyor unutmamalı…
Sanırım daha çok anlatacağım Toronto mahallemi...
not: masalı hem Judith Liberman'dan okudum, hem Toronto Storyteller Group'tan dinledim.
not: masalı hem Judith Liberman'dan okudum, hem Toronto Storyteller Group'tan dinledim.
Yoksa, her yere kendisiyle gidiyor unutmamalı…harika bir son cümle
YanıtlaSilvalla öyle :) artk iyice eminim.. Sağol Pelin'ciğim
YanıtlaSil