23 Eylül 2018 Pazar

AH O YARALAR





Yaprak hışırtısından daha iyi merhem yok yaralarımıza, yazmışım bir yerlere. 

Buna eklenecek şeyler var. Su şırıltısı. Toprak kokusu. Güneş ışıltısı. 

Nerelerde örselendik? Gıcır gıcır gelmişken bu dünyaya, neden bu kadar deşildik?

Benim sazanlar atlar şimdi: "Sen de ne çok düşünüyorsun?" diye. Ben düşünsem de, düşünmesem de, hepimiz yaralıyız işte. Can acımızı bastıracağız diye abartıyoruz her şeyi. Yemeyi, koşmayı, konuşmayı, sağlığı, sanatı, hayvan sevgisini, evlat sevgisini, vatan sevgisini, iyiliği... Her şeyi derken, sahiden her şeyi. Miktarı kafi yetmiyor kimseye.

Benim anam bana yapmıştı, ben de kızıma aktarıyorum  bu zehirli mirası. İstemeden, pişmanlıklarla, ama malesef bu zincir zor kırılacağa benziyor. Bazen hem evlatlıktan, hem de annelikten tiksiniyorum. Kelimede abartı yok. Tiksiniyorum. Benim irinim oradan akıyor ince ince. 

Dolaştığım her yerde, bütün yaraları hissediyorum. En çok da benimle aynı yerden yaralıları görüyorum. Kanser olduğunu cümle alemden saklayanlar gibi hepsi: her şey harikaymış gibi davranmayı abartıp, kemolu kafalarını saklamayı unutuyorlar. 

Kendime yapamadığımı, onlara yaparım sanıyorum bir de. Sarar, sarmalarım sanıyorum. Sever, okşarım. Suç yok , suçlu yok, derim Teoman'ın kulakları çınlasın: Hayat böyle , anlayalım.

Anladığımı sanıyorum oysa. Malesef hala en güzel kendimi kandırıyorum. 

Herkes gibiyim,  sadece o kadarını biliyorum.