fotoğraf geldiğimiz günün ertesi gününden...
“İnsan sadece neden ve
ne kadar çok gitmeyi istiyor, hepsinden önce ona bakmalı…. Yoksa, her yere
kendisiyle gidiyor unutmamalı…”
Bir önceki yazıma buradan devam ediyorum…
Neden gitmek ister
insan? Kızar gider, küser gider, unutmak için gider, kaçar gider, ekmek için gider, peşine takılır gider, bu
liste uzar gider…
Kendi adıma konuşma hakkIm
var sadece, ben neden gittim canım memleketimden onu diyeyim size.
Ben Ayşe’nin hayata hazırlanma konusunda biraz daha güvenli ellerde olduğunu bilmek için geldim. Plan onun kendi başına üniversiteye gelmesi için yapılmıştı, ama evdeki hesabı Kerem yapmış olsa da, zamanlamada çuvalladık, ben de gelmek zorunda kaldım onunla liseden.
Ben Ayşe doğduğu günden beri hep “bu kızı okula, mokula
göndermeyeceğim,” der dururdum. Mevcut haliyle eğitim sistemine, genelde bütün
dünyadakine takıktım. Gençlik işte, her şeyi en çok bildiğin yaş dilimi. Süper
zamanlardır, herkes salak, bir sen akıllısındır. Öyle günler işte…
Ben de memleketin en baba okullarının tornasından
geçmiş, arada hem fransız, hem amerikan
okullarına da üçer beşer yıl uğramış, faklı sistemlerin hepsinin aynı kapıya
çıktığını hissetmiş, ve el netice, en bilmiş yıllarımda bu karara varmıştım:
eğitim boktur. Annem küretmemi sevmiyor, eğitim tehlikelidir diyelim o halde.
Araya küçük bir anı alıyorum:
Daha yavrulamamıştım, bir gün işten arkadaşım ve bızdık yeğenleriyle dönüyoruz.
Kızlar okuldan dertleniyorlar. Ne yaptığımın farkında olmadan demiştim
ki: “Ben bi gün çocuğum olursa, okula göndermeyeceğim”. Ertesi gün arkadaşım
aradı:
-Kız allah seni davul
etsin! Bizimkileri zaptedemiyoruz, evde tepinip duruyorlar: Elif abla çocuğunu
okula göndermeyecekmiş, biz de gitmek istemiyoruz..
Yavrular için “okula gidilmeyebilir” seçeneğini sunmuştum,
akıllarına asla sorgulamalarına müsade olmayan bir detay getirmiştim… Bizde başta aileler sağolsun, sonra okullar
sağolsun, sonra mahalle sağolsun, ve tabi, olmazsa olmaz elâlem de sağolsun sorgulanmaz çoğu şey…Her şey tabu...Bak şimdi yazacaklarıma da kızacak olacak eminim, eğitim konusu da tabudur bizde.Zira "okullarımız çok iyi eğitim verir"i severiz biz. Hatta dünya yüzüncüsü ODTÜ'müz var... Dünya sıralamasına girmiş okulun içinde yaşadığı şehre bak... Noktayı da koyayım, konuyu kapatayım.
Sonrasında iyi
eğitilmiş bir birey olarak, yapamadım, sürüden ayrılamadım, Ayşe tıpış tıpış okula yollandı… Ama
devlet okuluna yolladık biz, zaten pek matah değil ya eğitim sistemimiz, bir de
üstüne para vermeyelim, dedik, okula bağış yaparız dedik…Böyle kendimizce içimize
sinen bir yol bulduk. Bizim gibi bir kaç lafta "yüce gönüllü" aile daha tanıdım sonrasında.. Sanki para vermek yetiyor! Tut ulan ucundan bir şeyin değil mi? Sınıf anneliği müessesesi dene çok tehlikeli örgüt var gerçi, ama onlar da yer içer kahve pastane dolaşır, bol bol dedikodu yapar, bir de kendi çocuklarına çalışırlar genelde... İstisnalar yok değil, ama en yaygın uygulaması budur bizde sınıf anneliğinin. Yoksa kimi gördük eline almış bez, tuvalete temizler? Ben de akıl etmedim vallahi ne yalan söyleyeyim, parayı verdik , uyumaya devam ettik biz, bir şey yaptık sanarak. Gönüllülük konusu buranın bel kemiği, bu konuya da gelmek lâzım. Okullarda gönüllü olmamak ayıp...Ayıpları başka buranın.
Bu arada itiraf
ediyorum, iyi okul diye İlhami Örnekal’a torpil bulduk… Dönüp dönüp baktığımda
rahatsız olduğum, ve günümüz Türkiye’sinin geldiği noktada bu torpilleri küçük –
büyük diye ayırmanın yüz kızarıklığını yaşadığım bir mevzudur bu. Evet, şu anki
kokuşmuşluğa tuz, biber misali katkıdır bu. Torpil kötüdür, adaletsizdir,
boktan bir şeydir. Ama mübahtır bizde… Küçük torpillere hak görmüşüzdür hepimiz
hayatımızın bir bölümünde, bazen de büyüklere. Görmesek iyiymiş, çok dedim son
yıllarda…”Sistem böyle”lerden yüz bulduk…Ayıp görmedik.. Neyse bu başka konu…
Dedim ya demin, buranın ayıpları başka... Ve bir toplumu ayıplarına bakarak hemen değerlendirmeye alabilirsiniz. O toplumun ayıpları, sizinkilerle örtüşüyor mu... Gelmek isteyenlere tüyo...Bunu da not alayım, daha fazla yazmalıyım üstüne...
Ve şansımıza dünyanın
en harika öğretmenlerinden Haydar Arslan’a rastladık. Hatta kendisine ilk
haftanın sonunda bizdeki Milli Eğitim
denen soytarılık hakkında benim yüzümü kızartıp şaşırttığı için bir mektup
yazmıştım. Bu sayede pekişen aşkımız, dostluğumuz yıllarca sürdü…
Ama ne oldu? Haydar
iki sene bizimleydi, sonra bir özel okula geçti. Ve bizim kabus dolu günlerimiz
başladı. O arada okul seçmeye çalışırkenki daralmalarımız, örgütlenmeye
çalışmalarımız, ama yeterince activist olamayıp, beceremeyişlerimiz, kuzu kuzu
ehven-i şer bir okul bulup 4. sınıfa bir özel okula yazılmamız bizi epey yordu.
Bu süreç boyunca, dışardan
bakıp beğenmediğim Milli Eğitim’imizin , içine girdikçe bizi hiç mi hiç tatmin
etmemesi, Ayşe büyüdükçe mevcut sakil, her sene “değiştiriyoruz" kisvesi altında
daha da oyuncak edilmesi, çocukların da , ana-babaların da sisteme uyup çıldırarak çıldırmaları, ‘a’lar,’b’ler,
‘c’ler, testler, testler, hedeflenen 500 tam puanlar, yavrularda açılan onulmaz
yaralar, bunlara şahit olmalar, aklı çok başında görünen arkadaşlarıma lâf
anlatamamalar, ezilen çocuklar, bir okul nedeniyle kararan ev halleri, stresler dolu dizgin… O “ama”lar,
“system böyle”ler, “napalım”lar getirdi beni buraya.
“Napalım biz de üniversiteye
yurtdışında göndeririz” derken, Kerem’in bulduğu harika çözümle geldik buraya:
vatandaşlık başvurusu yaparsak Kanada’ya , Ayşe bir parça daha hesaplı
okuyacaktı üniversiteyi. Üstüne bir de pasaport veriyorlardı…Vize derdi olmayacaktı. Bir de benim pek inanmak isemediğim, Kerem'e kalsa "Ortadoğu burası, ne olur ne olmaz, ikinci seçeneği olsun" vardı. Bu kadar basitti
gelme sebebimiz. Basit konu, ama bizim için öncelikliydi. Dünyada bildiğimizin ötesinde, zamana ayak uydurmaya çalışan eğitim sistemleri vardı, oluşmaktaydı. Ayşe tatsın istedik.
Hiç inanmadım ben
Milli Eğitim’imize, benim zamanıma da böyleydi … Ben de ilkokulda "iyi öğretmen"de ne resim dersi, ne müzik dersi , ne de beden eğitimi gördüm beş sene. Fikrim budur.. İyi okullarımız da o Milli
Eğitim’e bağlı. İyi denen hali, sadece "kafayı" eğitmeye yönelik bir sistem. Ne sanat, ne ruh... Bu güya iyilerin de sistemden bağımsız hareket etme alanları dar, üzülerek
şahit oluyoruz. Şimdi, daha da daralmakta. Çok iyi, özverili öğretmenler var, olmaz mı, ama kıymeti bilinmeyen. Bir tanesi kuzenim Pelin'dir, istisnaidir, söylemeden geçemeyeceğim. Torpillidir, çünkü yazarın yakinidir...Senelerce ailesinin okumasını istemediği bir kızı evinde ağırladı, mezun etti. Başkaları da var, ama Pelin'e torpil yaptım, bir yazı da "bu memeketin vefakâr öğretmenleri" yazısı yazmalıyım beki. Dolu tanıyorum. Malzemem bol yani. Ama sistem onları öğütür... Gerçekten kahrolan bir dolu öğretmen tanırım. Eski hali de çok çektirdi, yeni hali onlara daha da dayanılmaz...
Ben sistemden şikayetçiydim, ve o "ne çıkarsa bahtına" düzenine teslim olmak istemedik.
Ben kızıma o deli
sınav işkencelerini, sadece test çözmeleri reva görmediğim için buradayım. “Cümle
kurmayı unutmuş bir kuşak geliyor, bunlara her şeyi unutturabilirsin”diye
düşünüyordum… Keşke haklı çıkmasaydım… Türkiye'nin kendimizi kandırdığımız en iyi halinde bile eğitim sistemi bir kabustu.
Bir kapı bulduk,
araladık…
Kolay mı oldu? Kesinlikle, hayır, hele elli yaşımda, üstüne bir de menopoz… Ne berbat gecelerim oldu, hep denize gittim, saatlerce
fotoğraf çektim, kafamı bir tek o
durduruyordu çünkü. Neler hissettiğimi de daha uzun uzun yazacağım o günlerde, şimdi
uzaklaştı, daha objektif olabilirim sanıyorum. İstanbul’da benden daha çok
kazandığı önemli gerçeğiyle geride sponsorumuz olarak kalan Kerem sadece eşim
değil, benim en yakın arkadaşımmış, daha fazla anladım, çok aradım… Annem desen
80’e bir var, tek başına şimdi Ankara’da.
Onun vicdanımda pek kolay susmayan sesi var geriden geriden seslenen…Yolun
yarısına dek bana eşlik etmiş dostluklarım var, watsapı kutsal kitap kılan…Ama
en acil durumda, saat farkına takılıp işlevsiz kalan… Bir de
en büyük gerçek var: gözden uzak olanı, kalpten istemeden ırak bırakan.
Aldırmadım desen de, ateş basmalarında kafana takılan…
Burada insanlarda
şahit olduğum o hüzün var beni çok etkileyen. Bazen çemkirme, bazen kızma, bazense edebiyle üzülme olarak tezâhür eden. Tabi ben hüzünlü olduğum için o hüznü hissediyordum. Ama
ne çare işte, hissediyordum. Uzakların bir "hissi" var, sadece gidenlerin bildiği, üstünde konuşmadığı, sesszice paylaştığı. Birbirine en gıcık olanları bile, hissetildiği an, birleştiren bir "his" . Birinin bir yakınına bir şey olduğundaki çaresizlik,
geride kalmış annecikler, babacıklar, ailelerin facebookta akışı... daha neler neler...
Istesem size hüngür
şakırt gözyaşlarına boğarım…Kıyamadım ama..Bu kadar yeter…
Bunları bilin gelmeyi
düşünenler… Bilin … Daha para pul konularına gelmedim bile, gördüklerinizden
eksik olmalar… Bunlara pek gelmedim, çünkü bunlar beni en az etkileyen
konulardır hayatta. Neden? Çünkü çok zenginim de ondan.. He he, şaka ,şaka…Gönlüm
zengin, parayla aram ara ara Kerem’i
çıldırtacak kadar “tuhaf”. Daha kibarca nasıl anlatılır bilemedim, anlatsam
inanmayacağınız hikayelerim var alacak verecek üstüne…
Ama buranın
gerçeklerindendir. Kendisini en iyi insan kendi bilir… Hepsini yazacağım, siz
içinden kendinize uyanları alırsınız…
Ben beni en çok
etkileyen insan ilişkileri kısmındaki sıkıntımdan özet bahsettim sadece. Kolay
değil değişiklik.
Bunu dedim, geliyorum
en başa, neden geldiğim konusuna.. Neden geldiğim konusundan çok emin oluşuma.
Asla ne ben, ne Kerem bir an bile bundan şüphe etmedik. Türkiye bu kadar
ürkütücü değildi biz başvurduğumuzda. Ama eğitim sistemi hep
berbattı, ve hep daha berbatlaşmaktaydı, pek de bir şey yapılabilecek halde
değildi. Bizim hayat tercihimiz, bir tanecik kızımın daha makul ve mantıklı bir
eğitim alması doğrultusundaydı, ve doğruyu söylemek gerekirse, ben bu kadar
fark olduğunun da idrakında değilmişim.. Şimdi üniversite seçmeye çalışırken
yaşadıklarımı da anlatacağım. Bambaşka bir dünya görüşünde eğitimciler.
Öğretmenlik hâlâ
kutsal burada, ve “kıymetli”ler. Ben gelirken allah biliyor, ağlamadım hiç,
hatta o muhteşem gecedeki vedâ partimizde dahi gayet metin durdum…”Kimseyi
tanımadım ben, senden daha güzel”de bile ağlamadım,inamazsınız… O gece bizimle olan herkese
kalbimin en güzel yerinde bir şeyler yollayayım hemen yeri gelmişken.
Ama ilk hüngür şakırt
ağlamam burada Ayşe’nin ilk okul tolantısında oldu. Vallahi ne yapacağımı
bilemedim, daha yeni geldim vs gibi şeyler salladım teselliye gelenlere. Diyemedim onlra: “Buradakiler çocuksa, bizimkiler ne?". Etyopyalı bir anne gibi
hissetim okullarda çocuklara insan muamelesi yapıldığını anlayınca, toplumun geleceği özeni göstermelerine dayanamadım.
Çocukların ha karnı
aç bırakılmış, ha ruhları…
Aradaki Everest
misali farka ağladım.
Eğitim sistemine
genelde inanmayan Elif'in geldiği hâle bakın… Objektif olamayacak kadar çok etkilendim ilk sene
yaşadığım her şeyden. Ayşe’nin yorumlarından alıntılar:
-Anne burada sahiden
öğrenesin istiyorlar, biliyor musun?
-Anne burada öğretmenler
kötü not vermeye çalışmıyor, biliyor musun?
-Anne öğretmen bir
(politik) konudaki şahsi düşüncesini
sordular, odama gelen çok merak edenlere söylerim, derste söylemeyi uygun
bulmuyorum dedi, biliyor musun?
-Anne tatilde ödev verilmiyormuş,
biliyor musun?
-Anne bunlar pek test
yapmıyor, biliyor musun?
-Anne bu sene (12. Sınıf)
neredeyse hiç sınav yok, biliyor musun? (çoğunluk proje yapıyorlar)
Biz Ayşe’nin hayata
hazırlanma konusunda kafamız biraz rahat olsun diledik. O benim sinir olduğum sistemin dışında okullara gitsin diledik. Çok diledik.
Sonra da kendiliğinden gelişti her şey. Kerem tesadüfen birinden duymuş, anlık , hayatta daha önce görmediği, tanımadığı birinin aklına sokmasıyla harekete geçtik.
Geldiğimden bu yana bir an bile
pişman olmadım, tek bir an bile. Neden geldik, bunu unutturacak hiç bir şey yaşamadım çok şükür.
Olması gerekenler oldu diye dşünüyorum.
Gelmeyi düşünüp karar veremeyenlere diyorum ki, kalbinize sorun, aslında neden oralardan gitmek istiyorsunuz...Ve ne kadar kalpten diliyorsunuz ...
Sadece kafanızdaysa o arzu, kalpten gelmiyorsa, o zaman gerçekten düşünün diyorum...
Bir parçamızın gidişi arifesinde olduğumuzdan sanırım yazınızı sonuna kadar dikkatle okudum. Hayatımdan birkaç şeyden bahsetmek istiyorum.
YanıtlaSilEğitim sisteminin kötülüğüne katılmamak mümkün değil. Okul sırasında senelerdir dil eğitimi alınır bir türlü dil öğrenilemez. Kabiliyetiniz isteğiniz önemli değildir, geleceğinizi sınavlar testler belirler.
Liseyi bitirdiğimde üniversiteye girememiştim. Sıradan bir çalışan da olmak istemiyordum. Ama ailem de dahil çevremdekiler hep okusan doğru dürüst bir yerde çalışırdın diyor küçümsüyordu durumumu. Bu beni daha da aşağılara çekiyordu. Öğle bir şey bulmalıydım ki hem kendi güvenimi sağlamalı hem de toplum içinde itibar sahibi yapmalıydı beni. Bilgisayar yazılımcılığı yolculuğum böyle başladı. Özel kurslarla kendimi yetiştirdi. Boğaziçi Ünv. sonrası Eczacıbaşı olmak üzere mütevazi olmayacağım oldukça iyi işlere imza attım, kendi konumda birçok arkadaşımın yetişmesinde katkım oldu.
Başarı ve kazancı elde etmiştim ama örümcek kafaları değiştirmeye ve insanların ayrıştırma mantığını yok edemiyordum tabbi ki. Ekibimde üniversite mezunu birçok kişi çalışıyordu. Bir gün bölüm müdürü bana soruyor. Takvor bu kadar başarılısın ama müdür olamadığın için üzülmüyor musun? Cevabım "ben kendime güveniyorum üniversite mezunlarına kılavuzluk yapabiliyorum, tatmin edici bir ücret de alıyorum. Yapacak bir şey yok" olmuştu. Utanması gereken ben değil kendileriydi. Sonuçta ben hiç bir zaman müdür olamadım. Bu acıları içinde yaşayan biri olarak tabii ki kendi evladımın okumasını istedim. Çünkü adam olmaktan çok ETİKET olmak önemliydi.
Kızım Arkeoloj olmak istemişti, fen bölümünde okuyordu. YÖK değişiklik yaptı Arkeolojiye Sosyalden öğrenci alacağını ilan etti. Kızım sosyale geçti. Bir sonraki sene Türkçe Matematikten öğrenci alacağı açıklandı. Kızım isyan etti yeter artık diye. 10 dersten fark sınavı vererek tekrar fen bölümüne geçiş yaptı. Artık Arkeolog olmak gömülmüştü tarihe.
YanıtlaSilBazen düşünüyorum "Acaba bu bizim üzerimizde oynanan bir oyun mu?" diye.
Takvor Abi, benim tanıdığım en tatlı insanlardan birisiniz... daha ne diyeyim size :) hala öğrenme hevesinde, hala kalbini geliştirçe gayretinde, bence onnumarabeşyıldız adamsınız...gerisi teferruat. Kızınız da bence çok şanslı..Sevgiler
YanıtlaSilÇok doğru bir iş yaptığınıza inanıyorum
YanıtlaSilSelam ve sevgiler
Hakan Beşerler
hep bunu istedik gerçekten de.. pek de kolay olmuyor.. ama bizim seçimimiz diyoruz. gerçekten Ayşe her gün okuldan bu kararın doğruluğunu kanıtlyan hikayelerle dönüyor. sevgiler Hakan
Sil