28 Mart 2020 Cumartesi

KAÇ KİLO



Ağır geliyor.

İnsan olmak ağır geliyor. İyi olmak bin kilo. Kötü olmak ise bir milyon.

Bencil dediklerim, bir ton. Her şeye koşmaya çalışanlar on bin ton bu ara.

Normalmiş gibi yapmak yüzbin ton. Yüzbin diye bir rakam var mıdır? Düşünmek zor geliyor.

Düşünmeden yaptıklarım dengeliyor beni. 

Uyanırken gerinmek, boş boş sokağa bakmak, höpürdeterek kahvemi içmek, sarımsak soymak, çorba karıştırmak, saçımı taramak. 

Gerisi zor geliyor. 

Uzaklar daha bir uzak oldu. Yakınlar yalan. 

Her anıdan bir müzik kalır ya hafızada. Bir şey kalmasın istiyorum bu günlerden, bu yüzden sevdiğim şarkıları dinlemiyorum, tanımadığım şeyleri açıyorum Spotify'da.

Belli ki bir şey de kalsın istiyorum ki, oturdum yazmaya. 

Üç beş satır. En ağır geldiği anda.

Sıkışan göğsümü açmak için.

İyi olmaya zorlamanın saçmalığında.

13 Mart 2020 Cuma

İNSANIZ BİZ



Corono hepimize insan olduğumuzu hatırlatacak.

Bilgi dolu bi yazı değil bu, o bilgilendirme yazılar dolu internette, herkes okuyacak, ama herkes kendi kadar anlayacak, sonra kendini en akıllı sanacak, akılsız ve sorumsuz olduğunu düşündüklerine sardıracak.

Bu öylesine , sıradan bir yazı, sıradanlığımın huşuuyla yazılmış bir yazı. 

Corona bana şahsen daha şimdiden şöyle bir aydınlanma yaşattı: bir önyargımın daha farkına vardım. Günlerdir rutin ev alışverişi için çarşıya gideceğim, bekliyorum heyecan dinsin. Önce en korkanlar gitsin rafları boşaltsın, elbet yeni mal gelecek. Evde gerçekten tuvalet kağıdı bitti, ama yeltenmiyordum alışverişe, biliyorum sinirim sıçrayacak boş raf görünce. Kendimi nispeten tevekküllü bulan ben, korku yerine hayata teslim ben, bekledim. Bugün dedim herkes işte güçte olduğu, bebelerin eve gelip analarını hapsettiği saati kolladım, aldım market arabamı, çıktım yola.

Gerçekten rafların bazıları bomboş, makarna ve soslarına talep çok sahiden. Kerem geldi aklıma, geçen gün arabası makarna dolu bir kadını korkutmuş. "Sen aldın bu kadar makarnayı ama bak şimdi, komşun alamayacak,  aç kalacak, ilk işi evine dalıp, seni kesip, makarnaları çalmak olacak" demiş. Çok gülmüştüm buna.

Sonra Ayşe aradı, okullarının tatil olduğunu haber verdi. Hatta, "Evde artık birbirimizi yeriz, "dedi. Dedim, "Yok, yemeyiz, çok et aldım."

Dolu raflardan alışveriş ettim. Herkesi, kendinden başka kimseyi düşünmedi diye çaktırmadan gözlerimle azarladım. Kasada kendimce atarlandım, arkamda bekleyen ve elinde az ürün olanlara, lütfen önüme geçmeleri için ikna ettim, dedim ki: "lütfen bana iyilik yapın, kendimi iyi hissettirin", hatta açıklama yaparken buldum kendimi: "benim normal alışverişim bu" diye. İçimdeki her şeyden utanan elif yaptı yani, arabası dolu diye utanan, rafları boşaltanların adına da bir zahmet utanan elif.

Sonra önüme geçenlerin müteşekkir bakışlarını aradım, gurulandım, iyi bişi yaptım diye. Ha ha, anlatırken, yazarken gülümsüyorum şu an. Çok şirin bence. Aldığım sessiz alkışların bulutlarında, marketten dopdolu market arabasıyla, bir melek edasıyla çıktım. 

Sonrasında, daha eve varmadan bir arkadaşıma rastladım, ve muhabbetimizi anlatmayacağım, ama 2 mt mesafemizi koruduk, emin olabilirsiniz. Konuştuklarımızın ardından,  idrak ettim ki: ulan ben, o hümanist, pasifist, florist ( bir üçüncü kelime gerektğini düşündüm burada, florist güzel oldu bence...anlamsız da olsa) ben, ne ayırıyorum insanları sorumlu ve sorumsuzlar diye? Hani nereye gitti herkesi anlamaya çalışan elif, ne ara geldi yargıç? Ne ara başettiğimi sandığım korkularımdan sızdı o yargıç da, korktukları için şuursuzca hareket edenleri kınadı? 

Bir ikilem daha çözüldü içimde, bir riyamı daha gördüm. Dolu bu riyalar, bakmasını bilene. Ayıran varsa içinde, sen de ayrılıyorsun. O yargıçların tümü emekliye ayrılmadan huzur yok insana. Ve can-ı gönülden inanıyorum, evren bize  bir bütün olduğumuzu hatırlatıyor, biz ayrılmaya çok meraklı olan ademoğluna. 

Nasıl hızlı etkileştiğimizi gördük. Ve gerçekten bu denli bağlıyken birbirimize, çoğaltacağımız şey çok daha hoş şeyler olabilir aslında, buna muktediriz. Ve idrakında değiliz, yüzümüz dönmüş bize altın tepsilerde sunulanlara.

Ne ilim çare oluyor olana, ne de sözde globalleşme nedeniyle güya  bir olmuş dünya. Öyle dünyayı bir telefona sığdırmış, bir tıkla her şeyi halleden, her istediğini yaptığı, her istediği yere gittiği için böbür böbür özgürleştiğini sanan insanoğlu, aciz doğa karşısında, hapsoldu bir virüsün korkusuna. 

Hayat gösteriyor, gözümüze soka soka.

Dünyanın unuttuğunu düşündüğüm çok şeyi, ben de unutmuşum. Bak, ne yazdım  ilk cümle olarak yukarıya? 

"Hepimiz insan olduğumuzu hatırlayacağız". 

Her hissin insana mahsuz olduğunu hatırlayacağız. Korku da buna dahil. 

Korkuyor millet ve bu normal. Karşısındaki korkanla dalga geçen de korkuyor. Kınayan da korkuyor. Başetme becerilerimiz farklı olabilir sadece. Korkunun tezahürü insandan insana değişiyor sadece. 

Ve ben kendi adıma, kendimdeki ikilikleri bütünlemeye çalışırken, bir tanesini daha farketmek hoşuma gitti bugün boş raflarda. 

"Sorumsuz raf boşaltan canavarlar ve cahiller" yıkıldı içimde, çocuğu çoluğu için endişe eden insancıklar geldi yerine. Durum değişmedi, raflar dolmadı, kimse benim gibi düşünmeye geçmedi, fazla şey değişmedi gibi göründü, ama içindeki sorumluyla sorumsuz elele verdi ve aslında çok şey oldu. 

Kasadaki en sorumlu ve gururlu elif de buna gülümsedi. Biraz daha özgür, fazlaca insan hissetti. Ve bu bana iyi geldi. 

(Bu araya uzun uzun yazmışım bişeyler, hepsini sildim, zira anlayana sizvrisinek saz, anlamayana davul zurna az. Bir de aslen ben kendime yazıyorum, bazen unutuyorum bunu.)

Sevgiler okuyana...