22 Ekim 2023 Pazar

KİŞİSEL SAVAŞ TARİHİM



Dünya üstümüze üstümüze saldırıyor sanki, değil mi?

Sanki yeni bir hal! 


Yahu, bakın 2023-1967=56 yaşıma gelmişim (her seferinde bunu hesaplamam gerekiyor, aklımda tutamadığım rakamlardan biri de yaşım), bıktım usandım bu her seferinde aynı şaşkınlığı taptazeymiş gibi yaşama halinden.


Dünya böyle biryer kardeşim, bütün enerjimizle şaşırmayı bıraksak, belki bir şeyler değişecek.

Bebekliğimde de savaşıyordu, hala bayılıyor bu savaş işine. Kendi savaş tarihime bakayım dedim.

Yetmişlerden kalmayım ya, Ankara Cebeci’de otururduk biz. Siyasal Bilgiler Fakültesine bitişik, altında apartmanın en zengini kebapçıların dükkanının olduğu mütevazi orta sınıf apartmanımızda. Yanda sağcı ve solcu denilen gençler savaşırdı. Çatışma denirdi ama alenen savaşmış, şimdi anlıyorum: silahlar atılıyorsa ve birileri ölüyorsa, o zaman savaşmış da, hafifletirlermiş meğer. Daha yirmisine yeni girmiş, dünyadan bihaber çocukların birbirinden nefret etmesi, ve daha güzel bir Türkiye için ölmeleri, öldürmeleri normalimizdi. O daha güzel Türkiye ile ilgili çatışmalar sanırım daha devam edecek, zira istenen güzelliğe erişemedik.


Sonrası seksenler, Cezayir’deyim. Araplar hep savaşıyor bu arada, ama konu komşu (biz, siz, onlar,hepimiz) pek anlamıyoruz neden savaşıyorlar, pek de umurumuz değil zaten, “onlar Araptır, hep savaşır” kafasında dünya. Fransız okulu yıllarım, o zaman Yasser Amca (sahiden Arap dünyasında nüfuslu babası olan , ve hatta sonradan kendisi de bir prensle evlenip prenses olan arkadaşım Rym kendisinden amca diye bahsederdi) Filistin, İsrail oralarda savaşıyor. Ve anlamaya dahi çalışılmayan bu savaşta, bir katliam olmuş yine, İsrail Arapları katletmiş, siviller yine ve hep öldükleri gibi ölmüşler, ve demek ki öyle fena ölmüşler ki, benim  yüzlü avrupa zihniyetli okulumda, dersin birinde, Araplar için saygı duruşunda bulunmamız istenmiş. Sahne dün gibi önümde: hepimiz ayağa kalmışız,  (okulun çoğu çift tabiyetli Araplardan oluşuyor,  Cezayir’de yaşayan yabancıların gittiği bir okul bu) , pek bir şey anlamamışız ama üzücü şeyler olduğunun idrakındayız. Sınıf arkadaşım iki Alman, sınıfın da en popi (ergen dilinde popüler demek, anlamayanlar için açıklama) oğlanları, ayağa kalkmamış. Bir dakika ayaktayken biz, onlar kılını kıpırdatmamış, öğretmen de “kalksanıza ulan hıyarlar!“ falan dememiş. Kimse bir şey dememiş. Hatta, kendi fikirlerine sahip çıktıkları için, saygı bile gösterilmiş faşistlere. Benim kişisel tarihimde İsrail-Filistin konusu bu sahneden ibarettir. Bakın yıl 1979 muhtemelen. Hesabı siz yapın, beni uğraştırmayın.

Sonrası, seksenler Irak savaşına denk gelirim. Üniversite yıllarım, sınıf atlamışız, Ankara’da elçilikler bölgesine taşınmışız. Amerikan elçiliğine konan bombalar, “Allam, ya füzeler üstümüze düşerse?” diye hazırlanan kaçma çantaları,  stoklanan makarnalar. Bu yiyecek stoklama konusu her gündeme geldiğinde, bu savaşı anarım. Bir arkadaşım da her an kaçmamız gerekir diye hazırladığı çantasına diplomasını koymuştu, ben de hakir görmüştüm: ingilizce öğretmenliği diplomasıydı, ve uzun seneler bayıla bayıla taşıdığım o güzel  kibirimle  dalga geçmiştim,  “yahu, zannedersin kalp cerrahı diploması, naparsın sen ingilizce öğretmenliği diplomasıyla”, diye. Sonrasında Kanada’ya yaşamaya gittiğimde gördüm ebesininkini: en geçer akçe şeymiş ingilizce öğretmenliği! Aldım ağzımın payını, oturdum mal gibi hiç kullanmaya tenezzül etmediğim  mimarlık diplomamla. 


Doksanlar, Afganistan savaşı olsa gerek, ve bilimum bölgedeki savaşlar. Dünyanın başka yerleri ilgim alanında değil ama oralarda da eksik olmasınlar, bir sürü insan savaşmakta. Ikibinler, Kosova trajedisi. Ondan da bir anım var: o sıralar UN Peacemaker, barışgücünde çalışan bir arkadaşımın annesi o sırada Kosova’da, apartopar onu Türkiye’ye yollamıştı, kadıncağızı havaalanından alıp,ne akla hikmetse, bir arkadaşımın ikizlerinin doğumgününe götürmüştüm. Arkadaşım görevini bırakamamış, savaş bölgesinden ayrılamamıştı. Kazakistanlı annesi ise kızını orada bıraktığı için yasta, bense burada gayet normal bir şekilde devam eden hayatıma katmıştım kadını. Bu arada, arkadaşımdan da  o meşhur Birleşmiş Milletler barışgücünün ne kadar savaşa hizmet eden bir örgüt olduğunu  dinlerdim o aralar. 


Derken ikibinonlar, yirmiler, sağımız, solumuz savaşmaya doyamadı dünya.

En yenisi Ukrayna Rusya savaşı: daha yeni Rus pasaportlu yeğenimizi Rusya’da askere alınmasın, aman, diye apar topar  ve gerçekten panik halinde Türkiye’ye getirdik. Şimdi burada vatani görevinde: her erkek için farz görülen o saygın görevde. Nolur nolmaz! Her an savaşa gitmek zorunda olabilir. Parasını verip yaptığı saygın görevi hep topu üç hafta. Allah esirgesin bir şey olsa, buncağızları mı gönderecekler saflara? Askerlik yapmama hakkı da yok kimsenin. Normal bu.


Hayatımızın bu denli içindeyken bu savaş, hala şaşırmamıza şaşırıyorum. Sizler de bir deşin savaş anılarınızı, ki resmi olarak savaşta olmayan, ama nedense gayriresmi çatışmalarda her sene hala ve hala kimbilir kaç şehit verilen bu topraklarda eminim sizlerin de belleği doludur.


Bu denli içiçeyiz o çok şaşırdığımız, hiç istemiyoruz, diye haykırdığımız savaşlarla.


Bu durumun değişeceğini de düşünmüyorum. İnsanoğlu alışık. Bunlar devletlerini, milletlerini bu denli sevmeye devam ettikçe süregelecek bu savaşlar. Fenerbahçeliler Galatasaraydan nefret ettikçe devam edecek. Hepimiz şehirlerimize  dolan yabancılardan nefret etmeye devam ettikçe devam edecek. Üst kattakilerden hala “o kürtler”, “o muhacirler,o göçmenler, o lazlar, o aleviler” diye bahsettikçe devam edecek.


Yaslar ilan edilecek, nedense o yaslardan etkilenenler eğlence sektöründekiler olacak, müzikler susacak, danslar edilmeyecek, ruhlar hafiflemeyecek. Üç gün sonra, herkes kendi işine dönecek. Ve insanlar bütün zaaflarıyla  insan olmaya devam edecek.


Ben de ömrüm yeterse, yenilerini ekleyeceğim anılarıma.


Bu kez de barış dolu günler dileyim okuyanlarıma, da ironinin dibi olsun yazının sonunda.


3 Şubat 2023 Cuma

NASIL YAŞANIR



Nasıl yaşanır, diyorum. Nasıl yaşanır tüm bu arbedenin ortasında. Önemsediğimiz her şeyin bir sonu olduğunu bilerek nasıl dayanılır tüm dünyanın acısına. Sonra diyorum, e, nasıl yaşadın elifcik elli beş yıldır. Pek farkında değildim be bu denli fani olduğumun. En Sartre, en Camus yıllarımda, en nihilist gençliğimde bile hepsi şık bir örtüymüş üstümde: “sizler gibi değilim, sizler gibi değilim” çığlıklarım da güzel bir şovun parçasıymış; kimse gibi olmamaya öykünürken, herkesle aynı kaderi paylaştığımı inkar ederken, putlaştırdıklarımın, diğerlerinin putlarından faklı olmasını kendi farklılığım sanarken. 

Dünyanın berbat ülkelerinin birinde doğmuş olduğuma sürekli kahrettim. Bağırdım çağırdım, kendimce aktivist takıldım. Kendimce, diyorum, çünkü bu kelimenin ne anlama geldiği de bende şu an koca bir hiç. Deli danalar gibi bağırıp çağırmayı, iyilik yapıp, kimseler bilmese dahi kendi köşemde gizli gizli böbürlenmeyi, elini taşın altına koymayanlara sinirlenmeyi bir şey yapmak sandım. Kendimden başka hiç bir boku değiştiremedim. O dediğim de , anca bir nebze.


Dünya kendini tekrar eden hikayeler bütünü, kendi içinde tutarlı aslında. Habire değişiyor, dönüşüyor, nerede başladığı hala muamma, ne olacağını ise bildiğimizi sanıyoruz. Çok biliyoruz, çok konuşuyoruz, çok anlatıyoruz. Neandertallerin dertlerinden farklı dertlerimiz var sansak da, bence yanılıyoruz. Yaşıyor, gidiyoruz aslında. Bir şeye hükmümüz olduğu yanılsamasından alıyoruz gücümüzü. Şu oturduğum apartmana yetmiyor yahu gücüm! Yeni yöneticiden bizi ilgilendiren bilgileri bile alamıyoruz kaç gündür, nerede kalmış dünyayı kurtarmak, Türkiye’yi kurtarmak. Ama öyle olduğunu sanmak bize devam gücü veriyor. Bu berbat ülkede dahi böyle. Sanrılarımız kadar mıyız, yoksa yok muyuz?


E nolacak şimdi, bende o sanrı uçtu bitti, suya düştü, inek içti. Nolacak şimdi? 


Sanrılar bitti.


Sadece bazı güzel şarkılar kaldı mesela. Bazı güzel dizeler, bazı nameler, ritimler.

Mes mots, tes levres douces, mesela. Laurie Dermon, dinleyin, güzel bir valz. Şu an o çalıyor da Spotify’da. Kalbim valslere aşık, başka hayatlarım vardıysa,  bir tanesi romantik devirde yaşamış. Kesin bilgi yayalım.


Ipadimde çizim applerim var, çiz, yaz, boz, saatlerce, günlerce. Akıllıca bir şeyler yapmaya çalışmadığım sürece, sorun yok. Bak, yegane özgürlüğüm bu, dilediğimi yazarım, çizerim. Seçim geliyormuş, altılılar hazırmış, “ejnebi” (babamın ruhu şad olsun, güzel kelime)  konsolosluklar korkmuş, kaçmış, oh olmuş. Dışarı çıkmam olur biter, 60 m2 dünyam yeter, desem de ara ara soruyorum işte, nasıl yaşanır bu dünyada?


Sonra işte böyle yazınca, çizince hatırlıyorum: Bir can hak verilmiş, hodri meydan denmiş.


(Daha fazla bilmiş bilmiş yazıp size daha fazla tüyo vermek isterdim, ama ben de olaya pek hakim değilim, malum. İşte gerisi de, dargınlar barışsın, kutupayıları ölmesin, falan.)


Ve de okuyana sevgiler.