6 Mart 2014 Perşembe

VEDA ÇİÇEĞİ MİMOZA


Mevsim için gereksiz yere sıcak ve nemli bir İstanbul akşamüstüydü. Selin yokuş yukarı puseti iterken söylendi: “Hadi bugün de geçti”.

Günlük bebek gezdirme turu başarıyla tamamlanmıştı.  Memleketin  iyi okumuş kızlarından Selin gururla bırakmıştı işini gücünü. Herkes gibi “bakıcı eli”ne bırakmayacaktı kıymetlisini. Müdürü hayatta yapamayacağını, iki güne kalmaz sıkılıp koşarak işe döneceğini iddia etmişti. Ayağını kırdığında bile koşa koşa gitmemiş miydi işe, koltuk değneğiyle tırmanmamış mıydı üç katı zırt pırt asansör bozulduğunda? Herkes aferin demişti de çok iş olmuştu! Bu da eski bir iş arkadaşının lafıydı: “Aman çok iş olmuş!” Gülümsedi aklına o şeytan karı geldiğinde. Ne yapıyordu acaba şimdi o her şeyde birinci, en çok da  kötülükte şampiyon kız?  Anne- kaynana koalisyonu da bebek emanet etmek için pek iç açıcı görünmemişti gözüne. Neme lazımdı,ömür boyu  başkasının yanlışlarının neticesini yaşamaktansa kendininkilerle debelenmeyi tercih etmişti. El mahkum hata yapılacaktı. Kimselerin dört dörtlük beceremediği ama nedense habire böbürlendiği bir şeydi “anne olmak”, hiçbir bok olamayanın bile gururla olabildiği yegane şeydi. Hem sadece bir kere doğuracaktı madem, salt merak ettiği için, neticesini de kendi başına yaşayacaktı… 

Yaşayacaktı da, o daha romantik bir şey hayal etmişti anlatılanlardan. Oysa mevzu ağırlıklı olarak kusmuk, kaka, gaz  çıkarma, ağlama ve yalnızlıktan sıkım sıkım sıkılmadan ibaretti. Süsleyip püsleyip gezdirirken, elâleme gösterirken iyiydi de, yokuş yukarı puset iterken sadece “Hadi bugün de geçti,” idi. Bir de emzirirken muhteşemdi,  şimdilik Selin’in o kutsal mertebe diye abartılandan anladığı o kadardı.

Selin ilk evlenenlerdendi.  Arkadaşlarının çoğu doğduğu şehirde kalmıştı. İstanbul’a  transfer olan bekar kankaları  gece gündüz bu güzel şehre  akarken, o yavrulamıştı. Kimsenin onun yeni anne halinden anlamaya niyeti  yoktu. Yalnız hissediyordu. İki lâkırdının belini kırmak için kocasının çalışmayan, “Seninki kaç kilo?” arkadaşlarından başka kimsesi yoktu. Siz anlamadınız “Seninki kaç kilo?” tipi kadın ne demek tabi. Bu dünyaya kıyaslamak emeliyle gelmiş bir kadın türü demektir. Sosyal statüsüne bakılmaksınız, sahip olduğu her ama her şeyi başkalarınınkiyle kıyaslar durur bunlar. Arabasını, evini, çantasını, ayakkabısını. Nedense bu ayakkabı ve çanta kâbe misali sağlam, gösterişli bir mihenk noktasıdır onlar için. Dolayısıyla, bebeklerini de kıyaslar bunlar. “Seninki kaç kilo?” da oradan gelir. Bu soru karşısında refleks olarak hep içinden “ Ne yapacaksın, kesip yiyecek misin? “ demek gelir Selin’in. Soru kimi zaman farklılık gösterir:  Seninki kaç saat uyuyor, kaç dişi var, kaç kulağı var, kakası nasıl vesaire vesaire… ama  hep seninki ve hep benimkidir havada uçuşan, bir de Selin’in tarzı olmayan muhabbet. Bu yüzden pek yalnızdı Selin minnoş bebeğiyle.

İşte tam yokuşun bittiği “Hadi bu gün de geçti,” virajında karşısına çıktı Leyla. İlahi bir tesadüfle birlikte hem de: kendi  pusetinde bir  bebekle. Puset dayanışması protokolüyle, önce o Selin’e yardım etti. Zira kullan-at kaldırımlı İstanbul’un bu seneki kaldırım yüksekliği epeyceydi, ve 2 saat sürmüş puset safarisinden sonra bu son kaldırıma çıkma operasyonu develere hendek atlatmaya eş değer bir işti. 

İki puset ve iki anne kaldırımdaydı şimdi. Selin gülümsedi:

- Allah razı olsun valla, son hamle için sana duacıyım.

Diğer balık etli güzel kadın yüksekçe bir kahkaha attı:

- Tatlım ne demek,  puset şoförünün  halinden yine puset şoförü anlar! 

Selin’in hoşuna gitmişti kadının sebepsiz neşesi ve samimiyeti.  Üstelik bebeğinin kilosuyla da ilk bakışta ilgilenmemişti. Gülmeye teşne biri ilaç gibi gelmişti şu an şu yüksek kaldırımda.

- Mahallenin tüm pusetlilerini tanırım, seni ilk kez görüyorum, dedi Selin, az merakla, kadının ağzından laf almak istediği aşikardı. Zaten gevezeydi, yüz de bulmuştu ilk cümleden.

- Yeni taşındık tatlım, dedi diğeri. Bak şu arkadaki sokaktayız. 

Mahalleye cebren ve hileyle eklenen, imarı olmayan, imarı olmadığı için oturanı az olan, denize en yakın sonradan olma, sonradan görme sokağı gösteriyordu bol aksesuarlı koluyla. Yılbaşı ağacı gibiydi zaten, her yerinde bir şeyler ışıldıyordu.

- Pek de sıcak bir gün be! Ne bu kışın ortasında. Ben de bir havalanalım demiştim. Ama vazgeçtim seni böyle ter revan içinde görünce. 

- Yerinde olsam bu köşeden geri dönerdim, dedi Selin,  ehil bir rehber edasıyla. 
Bir an eli belinde durdu balıketli hatun. 

- Sen de buralarda mı oturuyorsun bakayım?

- Evet , işte şu son yokuşun sonundaki sarı apartmanın bahçe katındayız biz. 

- Bak ne diyeceğim, hadi bize gidelim,  hazır seninki de uyumuş, benimki de sızdı sızacak, bir kahve içeriz. Bizim apartmanda adam yok kızım. Herkes yaşlı öldü ölecek, zaten hepi topu dört dairede oturan var. Benim adam  de bir gelir, bir gider. İnsan yüzüne hasretim valla, bak senin de son yokuşu çıkacak takadin kalmamış, bir soluklanır devam edersin, ne dersin? Hadi lütfen.

Selin durdu bir an, teklif cazipti, kadın az biraz tuhaftı, ama neşeliydi, capcanlıydı, çok açıdan davetkardı. Terazinin diğer tarafında ise şimdi eve girse, işe güce girişeceği acı gerçeği vardı. 

- Tamam, ama kahvenin yanında tatlı bir şeyler de var mı, sordu tüm rahatlığıyla Selin. Yoksa eve uğrayıp dolaptaki mozayiği alayım.

Şuh bir kahkahayla geldi cevap:

- Sevdim seni komşu, cömertsin de.  Ben Leyla, senin adın ne bakalım?

Ondan sonraki baharı bekleyen tüm günleri birlikte geçirdiler. Bir Leyla’larda, bir Selin’lerdeydi iki genç kadın. Hiç ortak yanları yoktu, sadece kahkahalarda hemfikirdiler. Asker arkadaşı misali, kimin nereden geldiği,  ne iş yaptığı, neler gördüğü, geçirdiği, kiminki kaç kiloydu, kaç gramdı, hiçbir şeyin önemi yoktu beraberken. Kıyaslayacakları bir şey olmadığı için ikisi de birlikte oldukları anlarda çok mutluydu . Dünyaları farklıydı, sadece kahkahaları aynıydı: içten, hesapsız, önyargısız, hepten yargısız. 

Leyla’nın “adamı” haftada bir kaç kez uğruyordu eve. Çok zengindi belli. Adama Casper diyordu Selin. Hiçbir şeye alınmıyordu Leyla. Bir akşamüstü çay içerken eski fotoğraflarını dökmüştü ortaya. Selin bütün saflığıyla sormuştu :

- Ne çok tatil köyü fotoğrafınız var!

Resimlerin çoğunda dansöz kıyafetiyleydi Leyla, çünkü  eskiden dansözdü. Annesiz babasız büyümüştü, evlilik dışı bir çocuktu Leyla. Babasını hiç, annesini sayılı görmüştü. Bir zamanlar bir anneannesi vardı, 15’inde uğurladığı, şimdi  muhtemelen cennette olan. Neşesi anneannesinden yadigardı.

- Kızım, çalışırken  iyiydik, bak şimdi adamın eline bakıyoruz. Aman, hayırlısı be Selin… Neler gördüm bu yaşıma kadar, bana bir şeycik olmaz da, şimdi iki kişiyiz… Bazen yanlış mı yaptım doğurmakla diyorum, ama sonra bir gülümsüyor kerata, hayatımın tek doğrusu bu diyorum.

Dertleşmek eğlenceliydi Leyla’yla. Her dert dediği şey, üç cümle sonra kıkırdamaya dönüşüyordu bünyesinde.

Leyla Selin’in tanıdığı ilk tescilli metresti.  Bu nedenle apartmanın namus bekçileri kapısını çalmıyordu.  Ama artık ihtiyacı  yoktu onlara, ikisi çat kapı arkadaşlığa devam ettiler. 

İçten, hesapsız, önyargısız, hepten yargısız.

İki genç kadın, başka dünyalardan, ikisi de kendi gibi, çok eğlendiler baharı beklerken o kış.

Eğlencenin tam ortasında bir yerlerde bir gün Leyla kolları mimozalarla dolu çıkageldi. Öyle sarı, öyle yoğun, öyle çoktu ki mimozalar, Selin’in minik evinin minik  mutfak masasına tepeleme zor sığdılar.

- Hayırdır, dedi Selin, çiçekçiyi mi soydun? 

- Çok güzeller dayanamadım hepsini aldım, en sevdiğim çiçek benim mimoza. Anneannemin Ada’daki evini hatırlatır hep, sana aldım hepsini.

- Birazını götür bari, dedi Selin, bunlar çok fazla.

Leyla’nın itirazı netti.

- Hepsi senin kızım, hepsi senin, dedi ve anında “Kız hepsi senin mi?” söylemeye ve göbek atmaya başladı . Selin’in içi açılmıştı, göremedi Leyla’nın göz pınarlarındakileri, çünkü Leyla iyi sakladı onları.

Yine yediler, içtiler, bebekleri hoplatıp zıplatıp uyutup uyanmalarını beklediler birlikte. 
Ayrılırken çok sıkı sarıldı Leyla Selin’e. Uzun uzun sarıldı. 

- Ben seni çok seviyorum, dedi Leyla.

Selin dalga geçti:

- Sen yine hamile misin acaba, ne bu romantizm? Bak ikinci çocuk riskli, senin Casper hepten buhar olabilir benden söylemesi.

Güldü Leyla:

- Yok be güzelim, salak mıyım ben, yaparsam ikinciyi başkasından yaparım, yumurtaları aynı kefeye yığar mı senin akıllı arkadaşın hiç?

Köşeden el salladı her zamanki gibi, öpücük yolladı her akşam vedasında yaptıkları gibi.
Selin mimozaları yerleştirdi evin her yerine, vazolar yetmedi, bardaklara, çanaklara koydu. 

Her yer mimoza koktu.

Ertesi sabah Selin cep telefonundan aradı  Leyla’yı, cevap alamadı. Az bekledi, bir daha denedi, tekrar tekrar denedi, sevmedi cevapsız telefonun uğursuz sesini. Hızla  bebeğini kucakladı, köşeyi bir solukta döndü. Mimozaların kokusu da dayanamadı, Selin’i takip etti. Mimozalar buram buram burnunda, gözlerine inanamadı Selin. Leyla’nın bahçe katı dairesinin bomboş olduğu aşikardı. 

Kapıcı yan dairenin bahçesini suluyordu:

- Geceyle sabah arası bir ara gitmişler abla, dedi kapıcı. Kaç aylık kira takmışlar ev sahibine, adam mafya mıydı neydi zaten, hiç gözüm tutmamıştı bunları, iyi oldu apartman temizlendi.

Selin kalakaldı bebeğiyle,  mimozalara kızarak kalakaldı,  dünden biliyorlardı halbuki hepsi, evin her köşesi  biliyordu Leyla’yı son görüşü olduğunu. Bir kendisi bîhaberdi.

Bilseydi hiçbir şey değişmeyecekti, Selin biliyordu. Önceleri çok kızgındı mimozalara. Leyla‘ya kızmamak için mimozalara kızdı, çok uzun süre kızdı. Sonra geçti kızgınlığı. Hep minnetkar hissetti Leyla'ya bir vedayı esirgemediği için kendisinden. Senelerce her mimoza zamanı hatırladı pür neşe Leyla’yı, aklına takıldı, merak etti, dualarına ekledi.

Her mimoza zamanı Leyla koktu burnuna. Her mimoza kokusu cömert bir veda oldu ruhunda.

17 yorum:

  1. Çok ama cok sen kokuyor bu hikaye. Bir de yasanmislik. Abone oldum.sana:) Yalakalik degil valla keyifle okuyorum. Ve yineliyorum, kiskaniyorum...

    YanıtlaSil
  2. Valla ne mutlu bana...yazdım gitti..sen de öyle yap..ben de senelerce haybeye düşünmüşüm..ha gayret...bak senin de takipçin burada hazır...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Zamani buymus demek ki... Iyi ki yazıyorsun:) Ben de zamanimi bekliyorum. Agdali cumleler kurmayacagim zamani:)

      Sil
    2. eh haklısın...z amanı gelmeden olmuyor, dilerim benimki kadar uzun sürmez seninkisi. çok teşekkür ederim kitap kurdu...fikrin önemli benim için

      Sil
  3. Çokkk güzelll:))) hep yaz seeenn

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Didem'cim çok teşekkür ederim, sevdiklerimin beğenmesine seviniyorum...

      Sil
  4. Kaç zamandır rahat sakin bir geceye, uykudan önceye saklıyordum bu hikayeyi okumayı, gel gör ki planlanandan çok uzak, çok mutsuz, uykusuz, uğursuz bir günün ışıltısı olmasıymış kısmetim... Çok güzel, Bu gün çok ağladım, sandım ki her ağlayan gibi, daha da gülmaz yüzüm!
    Senin hikayen gülümsetti. Belki gülümsemem sana da bulaşır bu uğursuz günde bu notu okuyunca.
    Ne tatlısın.
    Ne güzelsin.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ben de her okuduğumda ağlıyorum bunu, kalbine değdiyse ne mutlu bana Burçin'ciğim

      Sil
  5. Sen de pek şekersin. Ne güzel gülümsettiyse Burçin'ciğim.....

    YanıtlaSil
  6. Aylin Basar7.12.2015 00:06

    Canim ne kadar guzel ne kadar icten yazmissin tipki sen gibi:)) Mimozalar benim en sevdigim cicekler, bana da hep annemi hatirlatir, duygusallastirir...Kokusuna buralarda hasret kaldigim annemi:( Agzina, kalemine, yuregine saglik arkadasim:))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler Aylin'ciğim, Benim en kıymetli hikayemdir..

      Sil
  7. Pek güzelmiş hikayen. Ellerine sağlık.
    Mimozalar şimdi biraz hüzün koktu.
    Sevdiğin arkadaşlara duyulan özlemin kokusu oldu mimoza kokusu.
    Senin kokun sanki başka bi deyişle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hikaye zaten hazin... Kokular karışık bende de ... sevgiler hasretle...

      Sil
  8. ruhuna kalbine saglik Elifim <3

    YanıtlaSil
  9. Hislere goz ve dil olabilmek yetenegine sahip olmak, onlari boyle hissettirerek yansitan sahsin ruh guzelligini de bana yansitti.
    Tebrik ederim. Diger oykulerinizi de ayni derecede begendim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, size değdiyse kelimelerim, ne mutlu... Sevgiler

      Sil