9 Ekim 2017 Pazartesi

DÜNYA YANIYOR, BEN VİDYO YAPIYORUM...SORUN BİR, NEDEN?



Dünyadan koptum gibi değil mi? Paylaştıklarıma bakan, adı Lolipop falan olan bir gezegende yaşıyorum sanır. Zaten kopuktum, hepten uçmuşum gibi değil mi?

Ben zaten herkes gibi köşe yazısı, kitap, film eleştirisi gibi başkalarına ait olan fikirleri okumazdım zaten. Benim fikrim bana, onlarınki onlara, diye düşünürdüm. Ki öyleymiş, bu yaşımda artık iyice eminim. Onların fikirlerini beğenmediğimden değil, bana ne gerçekten diye düşündüğümden.  Herkesin sevdiği, sevmediği kendine. Bu yaşımdan sonra daha az yargılayan biri olmaya nafile bir şekilde çalışıyorum. Çok zor bir şeymiş.  

Haber dinlerdim eskiden, artık kapattım çoğu medyayı, twitterdan haber takİp ediyorum, başlıklara göre açıp göz gezdiriyorum. Uzun boylu okunacak şey yok zaten.. Kimse, hiç bir yerde güvende değil. 

Habire “Dünya giderek boka sarıyor, İşit hepimizi öldürecek, küreselce ısınıyoruz, kutup ayıları ölüyor, GDO kursağımızda, Siri’lerin insafına kalacağız, eyvah gluten, eyvah şeker, eyvah kalori, eyvah kaç kalori, tüh atamadım onbinadım, eyvah kırışıktık, eyvah yaşlandık, ne! yoksa ben de mi ölümlüyüm?” nidalarının girdabına kaptırdın mı ayvayı yedin. 

Sanırım beni biraz da dizi seyretmemek koruyor. Seyredene lafım yok, kendi deneyimim: bırakınca kendime  çok zaman kaldı. Bilgisayardan kendi seçtiklerimi  seyrediyorum. Sosyalleşirken sorun olabiliyor, o zaman da napalım, susuyorum. Başka lafı olan insanlar çoğalıyor etrafımda zaten. Hep tepkiliydim herkesin yaptığını yapmaya, bazen saçmaladığım oluyor tabi, ama bu da huy, bir tür direniş...George Orwell’den 13 yaşımda çok etkilenmiştim, zahir ondandır...

Memleket desen  tam bir sirk. İçine çekilmeme müsade etmiyorum. Çekilsem de bir, çekilmesem de. Olan oluyor. Türkiye'den  uzaklaştım da böyle oldu sanmayın, buradaki Türklerin büyük kısmı sizlerden daha fazla geceli gündüzlü türk twitterında, türk medyasında yaşıyorlar. Onlar adına konuşmuş olmayayım...Ve üstüne daha fazla yorum yapmayayım...Kendi adıma konuşmaya muktedirim sadece.

Farkettiyseniz, olan biten korkunç şeyleri her bir köşe yazarı, her bir bilim insanı, her bir sosyal medya kullanıcısı itinayla tekrarladığında pek de fazla bir düzelme olamıyor durumda. Sebepleri bilmek de nafile, bundan sonra olacakları tahmin etmek de. Eskiden, yani te yetmişlerde Stingrey vardı, denizaltında geçen bir kukla çocuk dizisi... Meşhur repliği hayat mottomdur: “Üç saniyede her şey olabilir!”. Her şey, her an değişir, değişecektir, değişmelidir de. Bizim arzu ettiğimiz şekilde değişmeyebilir, ki olan biten bu minvalde.

Olacak olan oluyor, ve gerçekten zaten o “olacak”daki gelecek zaman, geldi artık.

Bütün bunların dışına çıkma gayretindeyim. Çünkü bütün bu boktan ortamda kendimce birkaç seçeneğim var: ya korkup korkup bağırmaya devam edeceğim, senelerce yapmışım, facebook yüzüme yüzüme vurmakta. Ya da, önce epeydir olan bitenden şaşmış kendi merkezimi bulacağım, ve dünyanın ihtiyacı olan şefkatten kendimde bulduğum kırıntıları bu dünyaya bir şekilde akıtacağım. 

Bu dünyadan hayır yok, artık birbirimizle biz ilgileneceğiz, anlaşıldı. 

Önce eşim, dostum geliyor tabi. Birlikte aynı şeyleri yapıyoruz diye  aralarında emniyette hissettiğim güruhlarım yerine, ruh frekansımın tuttuğu dostlarım var benim.  Sonrasında, o ilk  halkanın biraz daha ötesine de  gerçekten dokunabilirsem, bu bana yetecek. "Büyük şeyler yapma", "memleketi kurtarma", "hep iyi, doğru, dürüst olmaya çalışma" sanrılarından arındım sanki, iddialı da konuşmayayım, zira içimdeki o senelerin elifi ara ara dürtüyor ve beylik laflar etmeye başlayıverirken buluyorum kendimi kalabalıklarda...Öyle büyük biri  değilim, çok şükür anladım...Buna en çok annem üzülecek ama, napalım, o da alışır elbet...

Bu hayatı çok sorguluyorum, bana yapma, daha gençsin falan diyorlar, he he...Elimde değil. Kocaman “Neden?” ler hep vardı çocukluğumdan beri. Arandım, tarandım, baktım pek aklımın aldığı şey değil bu hayat. Aklım almasa da, ruhumun hafif hafif  hissettiği güzel bir esinti var. Ara ara kendimi iyi hissettiren. Bu esintiyi takip etmeyi seçtim. Ona takıldığımdan beri de daha keyifliyim.

Bundan yapıyorum o naif vidyoları. İçime o esintinin dolduğu anları yakalayıp aktarmaya çalışıyorum. Arada bir kaç kişi “Bana iyi geldi” deyice de mutlu oluyorum. Zira benzer yanlarımız çok hepimizin. Güzel melodiler, güzel renkler, görüntüler herkese ilaç.

Korkmuyorum. Giderek daha az korkan biri oluyorum sanırım, zaten öyle kilodan, mikroptan, yaşlanmaktan, ölümden falan korkmazdım, allah vergisi bir durum. Bu da işimi kolaylaştırdı. Bu Kanada’da olduğum için değil, samimiyetime ne kadar inanırsınız bilemem... Zira dünyanın çivisi bir yerinden çıktı mı, denge her yerde bozuluyor. Hem süper bir kalkanım daha var: hepimiz nasılsa bir gün öleceğiz, değil mi? Her sıkıntılı anıma ilaçtır bu benim. Her şeyi hafifleştirir. O halde, derim, kendi tercihlerime bakayım ben, zaten az kaldı...Biraz bencil olmayı getiriyor bu beraberinde, fedakarlığın da büyük tuzak olduğunu farkettiğimden beri daha rahat bencil takılabiliyorum.

Şöyle toparlayayım: Las Vegas patlaması beni hala ağlatabiliyor arkadaşlar. Ya da Nuriye’yle Semih haberlerine üstten üstten bakarken, içime isyanlar fırtına şeklinde dolmaya meylediyor.. Hislerim insan olan  herkesin hissettikleri, sadece tepkilerimi seçiyorum. İnsafsızca geliyor kulağa, umurum değil... Çok mu doldu gözlerim bir şeye, açıyorum valslerimi...Bu dünyanın en büyük nimeti sanat, müzik...Hemen acıyan yerlerime sarıyorum...

Ve böyle devam ediyorum...

Ancak böyle devam edebiliyorum...


Okuyana sevgiler...