17 Temmuz 2020 Cuma

UĞURLAR OLA SEYFİ BEY


Huysuz Virjin göçmüş.

Yaşımız ilerledikçe her gidenin ardından daha bir dertlenir olduk. Ben şahsen pek tantana yapmam, allah rahmet eylesin der, geçerim. Safiye Ayla öldüğünde, "ah, sen de mi Safiye" diye dövünenlere de şaşmıştım mesela, yahu ölmese şaşırmamız gerekmez mi, demiştim, içimden ve dışımdan. Acımasızım di mi, hehe, bazen öyleyim.

Huysuz Virjin'de ise farklı oldu, durdum bir. İçimde değişik, tarif edemeyecğim bir his. 
Bende de bir döngü tamamlandı, hissettim.

Hayatımın bir noktasında dikkatimi çekmiş, sonra da üstünde hep düşünmüş olduğum şahsiyetlerden biri rahmetli. Ben hayatı, o dikkatimi çekenler üzerinden anlamaya çalıştım hep.

Huysuz Virjin ilk başlarda utancımdan kafamı kaldırıp bakamadığım biriydi. Ekrana çıktığında, ne düşüneceğimi, ne yapacağımı bilemezdim. Ben cinselliği Güzin Abla ve Hürriyet cinsellik köşelerinden öğrenen kuşağım, hatırlatayım yaşımı bilmeyenlere ve kibarca unutanlara. Nerede internet, nerede Hz.Google, nerede anneyle konuşamadıklarımı konuşmak için devreye sokulan ablalar, teyzeler? Eh dolayısıyla, televizyonda bir şovda ona buna rahat rahat laf sokan, neidüğübelirsiz bir şahsiyet beni korkuturdu. Epey de büyüktüm ha o zamanlar, ergenliği çoktan geride bırakmıştım. Gerçi Zeki Müren vardı hayatımızda hep,  ülkemin ilk dragqueenimtrağı. Ama o kimselere bulaşmayan türdendi. Zaten tırsıktım, en korktuğum şey, biri bana bulaşacak ve ben şirin şirin sırıtarak geçiştiremeyeceğimdi. Huysuz ekranda birilerine laf soktukça, müstehcenleştikçe, kendimi o koltuğa oturtur, bütün ezikliğimle ufalanır, asla sırıtmakla sıyıramayacağımı düşünür, ecel terleri dökerdim.

Hele birde  babamla, babaannemle falan seyrediyorsak. Cıkcıklamalar, fesuphanallahlar, tövbetövbeler, bütün cinsel tabular karşımıza dizilirdi. No way out! Kıstırılmış hissedersin ekranla ailen arasına.

Seneler sonra anlarsın aslında kıstırıldığın şey kendinle, öyle olsan herkes ne mutlu olur sandıklarınmış.

Korktuğun şey aslında kendin olmaya cesaret edebilmiş biridir, etrafında alışık olmadığın türden biri. Bizi bizden öte koymak için elele vermiş devlet, aile, okul üçlüsüne çok itibar eden bir gelenekten gelince, korkarsın tabi, itibar görmek, lafını dinletebilmek için, söylediğinin ardında söylenmemiş bir sürü şeyin yükünü büyük hünerle taşıyan  kadınların cennetinde filizlenmişsen... 

Hayatta yol adıkça, biraz daha kendime anlayış gösterdikçe, Huysuz Virjin'i çok sevdim ben de. Rol modellerim arasında ilk başlardadır. Gözümde ve kalbimde çok matah biri oldu, öyle de hatırlayacağım kendisini, kendi gerçeğine sahip çıkmış birini. 

Tabi benim rol modeller neden havalı havalı  Zaha Hadid falan olamadı, dersiniz?  Gergin kadının önde gideni bu  Zaha Hadid, aramızda kalsın, ben Huysuz gibi rahat ve cüretkarları sevdim, örnek aldım.  Benden drag queen falan olmaz muhtemelen, Huysuz Virjin kadar kendim de olamayabilirim bu saatten sonra, ama çabam meydanda. Yine de ben hala açılamıyorum o kadar, pek sahiplenmişim bana biçilenleri. Belki, bir gün, ilerde, bunu çok diliyorum.

Huysuz Virjin'e de rahmet diliyorum. Hayatına sahip çıktığı için, sahnede kıvırtmayı, hayatta kıvırtmaya tercih ettiği için.

Nurlar içinde yatasın Seyfi Bey.

11 Temmuz 2020 Cumartesi

SÜPÜRGE



Eski yazılar akın etti bugün   facebooktan. Epeydir ahkam kesmemişim, dedim kendime. Bu aralar gündemim dışlanmak konusu, onu deşeyim dedim.

Benim gibi hayatın boyunca iki sene bir yerde, bir sene bir okulda, çat orda çat kapı arkasında takılanların, başlarına gelmesin diye, kendilerini profesör mertebesine geliştirdikleri bir alandır dışlanma. Her yeni girdiğin ortamda "el" sindir. Herkes grup gruptur, sen dışındasındır çemberin. Ne içinde, ne dışında değil, alenen dıpdışındasındır. Berbattır o his çocukken, sanki bir kaç sende bir dağıtılan rolleri olan bir piyeste hep süpürgesindir, hep aynı yerde, hep kapı arkasında. Ta ki, başka yalnız biri, can sıkıntısında seni keşfedene kadar. Süpürgelikten anlayan, zamanında kapı arkalarının tozunu yutmuş biri. 

Sen de bir gün öğrenirsin oradan başını uzatmayı, hayat acaip bir şey, öğretir eğilip kafanı uzatmayı, kendini başka şekillerde göstermeyi. Ben hep sırıtarak öğrendim, mizacım müsait. Hep güllabicilik (benden başka seven var mı  bu kelimeyi?) yaparak, hep iltifat ederek, hep şirin olmaya çalışarak. İlk girdiğin ortamda, ilk görünen olmaya gayret ederek, hep parlak, hep neşeli, hep iyimser, hep hep hep... Bundandır görünmekle görünmemek arasında arafta oluşum. Bundandır kendimden uzaklaşmalarım, başkalarına yakın olmayı matah sanışlarım, güven arayışlarım, sonra da hep  göt oluşlarım.

Ve bu dışlanma konusu hayatım boyunca ensemde dolaşır durur. 

Yine yeni yeniden, devam eder bu hal. Kendimi, ahanda tam bildim, dediğim bu günlerde bile dürter ensemden, "tetikte ol, seni bırakmaya henüz niyetim yok" diye. Bırakmasın da zaten, daha fazla kendimi anlayana dek, bir tür sigorta kendisi, ara ara attığında içime doğru bir adım daha atmışımdır anlarım.

O beni dışladıklarını sandıklarımın çoğunun zaten neden içlemişim, daha yeni yeni merak ederim.

Her "beni görün!"ün ardında benden biri saklanır, uzanıp başını okşamak isterim.