15 Şubat 2019 Cuma

MEMLEKET ÇARPMASI


Memleket çarpması oldum.

Anlatıyorum, hazır mısınız?

Her şey daha pahalı, ama her yer kafe, lokanta, ve her yer hıncahınç insan dolu: kriz, her yerde olduğu şekilde tezahürde değil bizim ülkede. Halihazırda çok olan kafelerin, restoranların daha da çoğalmış hali iştahımı kesti diyebilirim. Zaten krizli Türkiye rakamlarına alışamadığım için, ben sürekli "ne! bir kahve 20 lira mı! ne! bir çay 6 lira mı!" şaşkınlığındayım. Cebimde akreple dolaşıyorum. Adisyon çarpması oldum.

Her yer daha arapça. Çarşaflı görünce yadırganmıyor, ama iki farklı ülke aynı bünyede yaşıyor gibi. Kadıköy'den Eminönü'ne giderken vapur arap ülkesi vapuru, Karaköy'den Kadıköy'e gelirken vapur İspanya, İtalya kıvamında olabiliyor aynı gün içinde. Tam bir ırk çarpması yaşıyorum. Ben kimim, DNA'larım bana oyun mu oynuyor, nereden geldim, nereye gidiyorum, oluyorum. Bana benzeyenlere daha kibar davrandığımı, benzemeyenlere kıl kıl baktığımı farkettiğimde kendime geleyim diye kendimi çimdikliyorum. Fazla çeşit insan olması dert değil, burada tuhafıma giden, içiçe geçmişlik az. Herkesin kendi alanı var sanki. Ve ben sanki-itiraf ediyorum-ayırımcı olmaya meylediyorum, bu da beni bozuyor.

Sürekli aldığım şeylerin fişlerini kontrol ediyorum, hesap kontrol ediyorum, gözüm satıcıların üstünde, nefesim enselerinde: kuş uçurtmuyorum.  Kalkık kaşlarım ok gibi: "Hele bir kazıklamaya kalkın, nasıl oyuyorum hepinizi bakın!", savuruyor etrafa. Esnaf çarpması yaşamamak için tüm bu enerji. Hızlı tükeniyorum.

Bir poşet geyiği dönüyorki sormayın. Allahtan çantamda hep poşetim var, bana koymadı. Çöplere üçer beşer koyduğumuz migros poşetlerinin 25 kuruşluk değerine çeyrek altın muamelesi yapılması matrak sahiden de. Köşedeki Migros Şok'ta tezgaha o 25 kuruşu şşşrrraaakkk! diye fırlatmanın tadı anlatılmaz, yaşanır. Bak, bunu yazarken bile sırıtıyorum.

Bizim yeni mahalle Çiftehavuzlar'ı sevdim. Moda'ya bir cumartesi uğradık, Toronto nüfusu kadar insan toplanmıştı. Herkesin duyacağı şekilde, "Buraların da tadı sahiden kaçtı," diye söylenmek paha biçilmez. Yeni mahallemiz hoş. Bir kaç sanat kültür aktivitesine giden, her şey aynı sanır hatta, o kadar hoş. Bizim kıvamda amcaları, teyzeleri sinemada konserde görünce," hah", diyor insan. Başka yere gitmeden de yaşarım burada. Bu dar alanlarda. Keşke mümkün olabilse, ama eninde sonunda trafikte karşıdan karşıya geçmek zorunda kalıyor insan. Sokağa çıkıp gelmenin bedeli ağır, ömründen saatler itiş kakışla geçiyor.

Her yer yol, kavşak, gökdelen, beton, şehrin ritmi sarhoş edici. Uyumlanmak zaman alıyor. Benden geçmiş büyük şehirler artık eminim. Uyumlanmak istemiyorum. Her yere yürüyorum. Mümkünse deniz kenarından, yolumu uzatarak. Görmek istemediğimden ba(ğ)zı gerçekleri, gözlerimi kapatarak dolaşmak istiyorum.

Ankara'da ise halim daha fena. İstanbul'da yine mahallede dolaşabiliyorum. Ankara'da ise apartmandan çıkmak istemiyorum mümkünse. Tabi mümkün değil. Her yere  bin dönümlük restoran parkları yapılmış. Yani bütün o kocaman restoran zincirleri yanyana gelerek daha da büyük yiyecek içecek alanları oluşmuş.  Bunlara maruz kaldığımda da ölçek çarpması oluyorum. Tamam, evrende küçücüğüz, onu anladık da, bir yemek yemeğe gidildiğinde bu kadar küçük hisetmek koyuyor insana.

Bir tuhaf oluyorum buralarda ben. Bırakamadığım için oluyor, biliyorum. 

Kabullenmeyi diliyorum.