27 Mayıs 2017 Cumartesi

SEN DE PİŞUSUN




Kahramansın...

Yoldasın...

Ha gayret koş, koş, koş... Yürüme. Koş. Zaman seni beklemiyor.

Gelişmek iyidir, seni geliştirsinler.

Aslansın, kaplansın, sen bir incisin. Elbet bir şeyde birincisin.

Ara, ara, elbet bulursun.

Oku, seyret, koş. Arada da dur deyolar...Dur. Hem koş, hem dur.

Ne zaman duracaksın, ne zaman koşacaksın kafan karışır da bilemezsen, aç sosyal medyayı. O bilir.

Eğitimden eğitime koş. Durmayı öğreten eğitimlere koşarken asla durma. Git bayıl paracıkları eğitimlere. Onlar ne zaman derse o zaman dur.

İçinde sanatçı var, içinde dahi var, içinde yazar var, içinde fotoğrafçı var...Hepsi içinde. Birine inan. Sonra eğitil. Sonra gereken her türlü donanımı al. Donanımsız  aletsiz, edavatsız olmaz. Git, neye inandırıldıysan, ona bas bas paraları, al, al, al, sonra koş, koş, koş...Sonra at kendini ortalara “şuymuşum”, “buymuşum” diye. Seyircin ekranların başında, alkışları parmak ucunda, tuşlarda , like, like, like...tık, like, tık, like...

Göründün işte...

Bir bok değil, değilsin. Sen de “pişusun”.

Bu lafa hastayım. Benim eskiden dillere destan bir laz ortağım vardı. O’ndan duymuştum bu lafı. Karadenizin bir yerinde, matah bir şey olmak anlamında kullanılan bir harika sözcük: “pişu olmak” . Bir şey olmak yani.

Üzülme genel müdür olamadıysan, dünyayı kurtaramadıysan...

Takıl dalgaya.


Seni de pişu yapar bu yeni dalga...

24 Mayıs 2017 Çarşamba

DELİLİĞE ÖVGÜ


Ne kadar kötüyüz?

Ne kadar iyiyiz?

Beynimde deli sorular...

Manchester, Suriye, Yemen, vs vs vs...

Açlık grevleri, evladının kemikleri için direnen baba, imzalanan silah protokolları. Diğer yanda evlenenler, mezun olanlar, küçük küçük “iyilik”ler yapanlar, evine kimsesiz çocukları alıp bakanlar.

Isis, Trump, Tayyip, vs vs vs...

Nasıl bu dünya diye dövünenler, distopikler, ütopikler.

Direnenler, direnmeyenler, bu yüzden birbirini yiyenler...

Sevgi içimizdeler, nefret içimizdeler...

Ahanda hepimiz aynı yerküreyi paylaşmıyor muyuz? Bir süre geçirip bu dünyada, göçüp gitmiyor muyuz?

Çok saçma geliyor çok şey böyle dünya beni tuttuğunda. Ne yapmak istiyorum biliyor musunuz? Sonuna kadar sesini açıp müziğin, deli deli dansetmek istiyorum.

Herkesin daha akıllı olduğunu iddia ettiği, güya daha iyi eğitilebildiği, daha çok şey bildiği, hatta her şeyin en iyisini bildiği iddiasında olduğu günümüz dünyasında şunu haykırmak istiyorum:

“Huuu! Sizi üzmek istemem ama bir bok bildiğimiz yok! Bunu kabul edin, rahatlayın...Çok bilseydik, doğru bilseydik, dünya bu halde olmazdı! Bir durun be!

Çifte standartlarınız da cehenneme! Hepimizinki cehenneme! Akıllı, eğitimli, çok bilmiş olmayı bırakın kenara... Sadece kendiniz olun...Sizi ve beni kendimizi bilmezler sürüsü! Bir susun/ susayım da dünyayı dinleyin/yeyim...Neden inliyor, bir dinleyelim!!! Nereleri kanıyor? Ve biz hangi yaralara tuz basıyoruz el birliğiyle.

Trump kötü de, sen peygambersin mübarek! Isis canavar, peki.. Kim yarattı lan o canavarı? Onlar da ana kuzusuydu zamanında. Kim patlatmak ister kendisini? Peki Tayyip'ten nefret ederken , kendindeki nefreti farketmeyi denemiyorsun hiç , değil mi? Zira o göt istiyor işte, içindeki nefret kusan canavarı da görebilmek...Senden nefret edenlere, aynı şiddette nefret hissettiğinde  hiç ürkmüyorsun  değil mi? Onun nefreti seni korkuturken, kendi nefretini öpüp okşayıp, baş tacı yapıp salıyorsun sosyal medyaya, korkusuzca...

Maçlarla, dizilerle, sosyal medyayla uyuştur varlığını hâlâ. Ki katkın çoğalsın bu korumaya özen gösterdiğin sisteme. Onun istediği şekilde  kızmaya, sevmeye, yaşamaya, ölmeye decam et...”

İşte herkes bağırışırken, ben de aradan bağırayım diyorum...Neyim eksik...

Zaten elden gelen az...Gerçekten “bir şey” yapanlardan değilim ben de zira...Zamanında epey kendimi kandırmışlardanım...

Bundardır ki, dünya çoştuğunda, ben duruyorum. Açıyorum müziği, dalgalar durana kadar dansediyorum.

Akıllılık iddiasından kurtuldum...


Deliliğime şükrediyorum...

Bu daha bir şey değil.. Daha da delirmeye niyetim var...

23 Mayıs 2017 Salı

SAÇ TOKALARI


Aynanın önüne oturdu. 

Küçücükken ne çok severdi ayna önündeki uzun pufta  annesinin yanında oturmayı.      Uzun uzun baktı aynaya. Eskiden annesine hayran hayran baktığı aynayı tuttu çıkardı anılardan. Yıllar sökün etti aynaya, her gece olduğu gibi.  Film şeridi gibi soldan sağa geçmiyorlardı malesef. Tam karşında karşıdan geliyorlardı. Aynen yıllar öncesindeki Ayşecik filminde tam karşıdan acımasızca önüne çıkan her şeyi ezmeye niyetli  kocaman kırmızı MAN kamyon gibi, tam karşıdan geliyorlardı. Hepsi yanyana dizilmişler, hepsi aynı hızla geliyordu aynadan üstüne doğru.

Yılların arasından zar zor seçtiği sımsıkı topladığı sarı saçlarına gitti elleri usulca. Ensede sımsıkı toplanmış sarı teller. Bir tel bile dışarı taşmamıştı koca bir günün ardından, hepsi tam itaatteydi. Etrafındaki herkes ve herşey  gibi, tam itaatte. Bir tane falso veren ne bir tel, ne bir kişi, ne bir olay...Her şey kontrol altındaydı. Her şey mükemmeldi. Her şey tamamdı. Her şey olması gerekenden ne bir fazla, ne bir eksikti. Bütün tokalar itinayla, hiç bir dağınıklığa yer vermeyecek şekilde yerleştirilmişti hayatına.

Üstüne üstüne esen yılları araladı saçına uzanan korkak, ürkek elleri. Uzandı ensesine, birer birer yakaladı saçlarını sımsıkı tutan tel tokaları. Her çıkan toka, gücünden de bir şeyler alıyordu.

Gün içinde cesaret edemezdi  topuzsuz, tokasız insan içine çıkmaya. Bir tek geceleri çıkardı o tokalar, ayna karşısında. Aynayla, tokaların hükmedemediği kendisiyle  başbaşa kaldığında. O zaman dağılırdı etrafa saçlar. Dağılırdı her şey. Dağılırdı aslında zaten hep dağınık olan, tokaları takmayan her şey. Dağılırdı kimselerin görmediği, bilmediği her şey.

Her gece olduğu gibi annesi göründü  yılların arasından. Eskiden yanyana baktıkları aynada, yıllardır her gece olduğu gibi karşı karşıyaydılar. Gözlerini indirdi kucağına çaresizlikle. O filmde Ayşeciği ezen MAN kamyon bile daha merhametliydi o gözlerden. Titremeye başlayan elleri hâlâ tokaları arıyordu sımsıkı topuzun, sapsarı kıvrimlarında.

“Bakma bana” derken titredi fısıltısı.

Kendi sesini yılların gürültüsünden kendi duyamıyordu.

"Bu kadar toplayabiliyorum her şeyi. Ancak bu kadar. Ne olur , artık öyle bakma bana"