20 Şubat 2022 Pazar

ELLİ BEŞ



Dün doğumgünümdü.


Bakıyorum bir kaç senedir genelde özel günlerde ziyaret etmişim bloğumu, diğer zamanlarda daha harika işlerim olduğundan değil. Sadece biraz öykü yazmaya çalışıyorum, onları da yarım yamalak burada paylaşmak istemiyorum. Çalakalem yazmakla olmuyormuş güzel öykü yazmak, işte uğraşıyorum kendimce. Bu alan benim zırvalama, karalama, saçmalama, biri “ne saçmaladın beya!” derse de, “beğenmeyen okumasın” diye şırrakk diye cevabımı yapıştıracağım güzel yer. 


Dün doğumgünümdü, evet. Ve benim muhteşem annem dünü kendi doğum günü sanmış, hazırlanmış, süslenmiş, püslenmiş. Nergis ( O da kim derseniz, bir süredir benim canım ciğerim. Geçekten ciğerim, sayesinde nefes alabiliyorum, annemin yanında yaşayan genç kadın. Bakıcı diyemedim8, yardımcı diyemedim, zira daha ötesinde bir yeri var hayatımda) de laf dinletemeyince pasta masta almaya kalkmışlar.


Zaten karmakarışıktı annem, hepten düğüm oldu diyebilirim. Mevzu artık çözülmesinden umudu kestiğim durumdan ziyade,  annemin kendini ben sanması, bu yaşadığı kafa karışıklığı beni yazmaya ve ahkam kesmeye itti yine. Bilinçaltı 86 yılın zorlu yollarından dışarıya sızdı: ben asla ben değildim zaten. Ben hep onun bir uzvuydum. Neresi belli değil, ama hoyratça sağa sola savrulan gariban ruhunun da tanıyamadığı bir “yeri”ydim. Ne yapacağını bilemediği, hep oynayan elleri, kolları, kaşı, gözü, ağzı gibi bir uzuvdum ben. Kontrol edebildiğini sandığı, kontrolden çıktığını düşündüğü her anda da hor kullanmaktan çekinmediği. Böyle saatlerce tasvir edebilirim bu hali. Annem fazla ajite olduğu için benim ben olmaya hakkım olmadığını anlamam uzun zaman almadı. Senelerdir nasıl kendim olacağımın yolunu bulmaya çalışıyorum.


Ama ben yalnız değilim. Annesi bu çocuk uzvunu kullanmakta daha ehil olan arkadaşlarımın, eşimin, dostumun, çoğunun bunun farkında olmadığın gözlemliyorum. Benimkinden de zor durumlar bunlar, zira geleneği devam ettirmekte devam ediyorlar. 


Aile denen insan uydurması sapır saçma kurumun neticesi, bütün dünyanın canı yanıyor. Neden bunca vahşet, neden bunca şiddet dünyada asla eksilmemiş? Kurduğumuz düzenin sorgulanmaması sebebiyle besliyoruz bunca kötülüğü.   Doğanın kanunu, insan da bütün hayvanlar gibi üreyebiliyor. Yavrular bir anne bir babanın hükmünde. Diyorlar, “bu artık sizin”. Nah bizim! Sadece kendini bulana, kendini bilene kadar koruyup kollayabileceğimiz, asla ne bize, ne de başkasına ait olmayan bir varlık söz konusu olan. Sadece rehber olmamız gereken bir şeye, ömür boyu bir borç yükleyip, taşımasını beklemeye de vefa demişiz. Anneliğe de atfetmişiz bir kutsallık. Benden duymuş olun: ne tanrı kutsal, ne aile, ne de anne. Buna öğretmenleri de ekleyesim var, şimdi öğretmen arkadaşlarım ayaklanmasın ama. Öğrenmeye gönlü olan öğreniyor kardeşim. İyi öğretmen iyi bir şey tabi, ama zaten “ne işi yapıyorsak iyi yapalım” ilkesinden şaşmazsak, öğretmensen zaten işin bu: en iyi şekilde yapmaya çalışacaksın. 


Ellibeş olmuşum meğer. Ellibeş olduğumdan emin olduğumun binde biri kadar ne olduğumu da bilebilseydim keşke. Bu ellibeşin yaklaşık onbeşi ne olmadığımı anlamakla geçti. Annem 19 Şubat’ı kendi doğum günü sanarken, ben daha yeni ikimizin göbek bağından öte bir bağımız olmadığını, onun da yarım asır öncesinde çoktan kesilmiş olduğunu yeni anlamaya başlıyorum. Lafta anlamaktan bahsetmiyorum. O bütün hücreme işlemiş bilginin geçersizliğini daha yeni hissedebiliyorum. Mutluluğunun, hüznünün, hiç bir şeyinin kaynağı ben olamayacağımı daha yeni biliyorum. Benim onu değil de, onun beni bir on on  sene kadar koruyup kollaması gerektiğini, ötesinin fuzuli bir gayret olduğundan daha yeni emin olabiliyorum. “ Fuzuli gayret” dediğim şeyin aslında dünyanın en büyük eziyetinin kibarca söylenişi olduğunu da ekleyeyim şuraya. Kendime acımayı bıraktığımın kanıtı da, bu anne yarası konusunu daha ağdalandırmadığımdan anlıyorum. Yürekdeşen bir hal olduğu gerçeğini yaşayan, tüm büyüyememiş yavrulara da buradan  selam çakıyorum. Farkında olanlar az olsa da, inanın yeryüzünde hiç de az değiliz. 


Muhtemelen bir ellibeş canım daha yoktur. Uzun yaşama isteğimi de gözden geçirmekteyim, zira hala neden yaşadığımı bilemediğim bir hayatı anlamaya çalışıyorum. Kalanıyla gerçekten kendim gibi yaşamayı diliyorum, çok zor olsa da… zira bu yaşlar emeklemeye uygun değil, evrimimde az geride olsam da, yine de gayretim takdire şayan.


Bu neden, nasıl olduğunu tam anlayamadığım hayat denen şey de her şeye rağmen güzel macera. Bu kadar sürdüğüne de şükredeyim, eh tabi bir doğum günü yazısı şükürsüz kalmamalı, değil mi? 


Hepinize bende bir Joe Dassin gelsin o zaman…Joe Dassin’den A Toi ❤️

Şuracığa koyuyorum dileyen buyursun dinlesin… yazının tam burasında Spotify’dan çıktı şansıma. Evriminde geciken hepimize.