26 Temmuz 2017 Çarşamba

TORONTO HAKKINDA KİMSENİN ANLATMADIKLARI-2-ÇOCUK OKUTMAYA GELEN KADINLAR

Riverdale parkından Toronto

Devam edeyim Toronto hakkında başka yerde duymayacaklarınıza...

Ben şimdi heyecanla iki gün sonra gelecek kocam Kerem’i bekliyorum. Bunu yazacağım bugün...

Üç senemde neler oldu yazacağım.

Zira Tarih Kanada'ya Çocuk Okutmaya Giden Kadınları Nasıl Yazacak diye bir yazı yazmıştım bir ara. Bakın üst satıra tıklarsanız, o yazıyı da  okuyabilirsiniz. (Bunu belirtiyorum, ki okurlarımın çoğu benim kuşak, tıkla demesem, tıklamazlar.)

"Biz dediğim kim? Biz özellikle çocuğu için buraya gelmiş, kocası geride kalmış kadınlar. Eh tarihten önce ben bir el atayım konuya dedim."
Çoğu insanın fedakarlık gibi gördüğü şey, bizim bünyemizde otomatik olarak gerçekleşen bir kararla gelmişiz hepimiz.

İyi okumuşuz hepimiz, işlerimiz güçlerimiz varmış, bırakıp gelmişiz, çocuk işini de her şeyi önemsediğimiz için fazla önemsemişiz. Doğrusu, yanlışı her şey gibi tartışılır elbet, ama titiziz çoğumuz. “En iyi”leri isteyen türdeniz, en çok da etrafımızdakiler için. Ve hepimiz becerikliyiz, kendi başına kalmak herkese göre değil. Bütün işler sana bakıyor, resmisi, gayrı resmisi, bebelerin derdi. Kimimiz memlekette iyi okuyamayanı getirmiş, kimimiz üstün zekalısını. Kimimiz çok paralı, kimimiz az paralı. Ama hepimizin derdi, sevinci benzer...İnsanız altı üstü.

Burada seneler geçirmeyi göze almışız. Kimimiz sevmiş burayı, kimimizin hasreti çok büyük. Kendimize elliler civarında bir tenefüs almışız gibi br şey yani. Bir tür mola hayata.
Uzaklaşmak bazen iyi gelmiş, bazen kötü.

hissettiğim çoğu zaman  sonsuzluğun ortasında bu ağacın bünyede hissettirdiğiydi

Kendim için devam edeyim yazmaya, şimdi kahvemi de aldım...

Hevesli hevesli geldim ben. Yeni olan her şey hoştur benim için. “Bakalım şimdi ne olacak?” durumu.

Önce iyi taraflarını sayayım. Uzaktan bakınca tüm dünya farklı göründü gözüme benim. Uzaklaşmak iyiymiş. Mevcut, alışılmış düzenin dışına çıkınca biraz şaşırsam da, kendimi ne çok yerde kandırdığımı net gördüm. Arkadaş konusu var bir araya geldiğimizde konuştuğumuz. Bizi çok seven eş, dost giderek uzaklaştı bir kere. Gerçek yol arkadaşları netlik kazandı. İnsanın elli yaşında, biraz daha kendini bildiği halde çevresini baştan yaratması da hoşmuş. 

Bir tür gurbet olduğu için de, dayanışmanın başka bir hazzı da var burada. Herkes herkesin iyi günüyle, kötü günüyle ilgili. İnsan her yerde aynı insan, ama sen kendini daha da tanıdıkça, sana uyan davranış şekillerini etrafında istiyorsun. 

"İyi, kötü diye ayırmıyorum bunları bakın, sadece bana uyanları seçtim. Uymayanlardan uzak durmayı seçtim. Kendime ayıracak çok zamanım oldu."

Bu elli yaşında evli ve  çocuklu biri için iyi bir şey. Kendimi dinlemeye, anlamaya, ilgi göstermeye zaman buldum. Kafası kesik tavuk misali koşturduğum, aynı anda onbin şeyi yapmakla gurur duyduğum manyak hayatımdan başka seçeneklerim de olduğunu anladım. Yavaşladım, Toronto çok müsait yavaşlamaya. Telaşsız bir şehir gelmek isteyenlere... İstanbul’dan sonra Seferhisar mübarek. 

Yavaş, ama yavan değil. Sanat, müzik ilgi alanınsa seçenekler çeşit çeşit ve ulaşılabilir. Kendi kendine hareket etmek kolay, 24 saat hem de. Daha kimse yolda laf atmadı bile, buna üzülsem mi, sevinsem mi bilmiyorum. Ama kadın, erkek iltifat edebiliyor sokakta, metroda, otobüste. Hadi bir de itirafta bulunayım:  bazı kıyafetlerim var, iltifat garantili, kendimi kötü hissetmeye meyl ettiğimde giyip sokağa çıktığım. Ama hiç rahatsız hissedeceğim bir olay yaşamadım. Sadece konsoloslukta tanışıp, yaşlı ve biraz zavallı gördüğüm için lafını kesmeyip sohbeti ayıp olmasın diye biraz uzattığım bir türkün telefonla tacizi dışında başıma bir şey gelmedi...Onu hikaye olarak yazacağım bir ara.

Kızımla ilişkimin şekli değişti ayrıca. Anne kız sürtüşmesi meşhurdur ya, o değişti. Birbirimize arkadaş olduk. Biz özlemlerimizi paylaştık. "Yok"larımızı paylaştık. Daha yakınlaştık. Bugünleri başka türlü kalbine kaydettiğinden eminim, ihtiyacı olduğunda çıkarıp bakacak. Eminim işine yarayacak.

Negatif taraflarına gelirsek bu işin: ben en çok Kerem’in şefkatini özledim. Kendi kendime epey cimri davrandığım olgudur bu şefkat konusu, dışardan epey ihtiyacım olan şeydir. Allahtan gönlü büyük biriyle eşleştirdi bu hayat beni. 

Kerem'in Kanada'da bizi ilk ziyareti sanırım bu

Kerem en iyi arkadaşımmış sahiden, ara ara şüphe ettiğim olmuş zamanında. Zira bambaşkayız. İlgi alanlarımız, karakterimiz, sevdiklerimiz, sevmediklerimiz... Ama hayat algımız aynı. Kendime iyi davranmayı O'nunla öğrenmeye başlamıştım, ama malum uzun yıllar alıyor o iş, diplomamı alamadan gelmişim meğer. Çok gece vardır yatakta büzüşüp, yastıklardan yaptığım köşeye sıkıştığım. Desteğine ihtiyacım olduğu çok an oldu. Hâlâ da, her şeyi ilk onunla paylaşmak isterken, "Zaman geçiyor ve biz neden ayrıyız," diyorum bazen...Ve anında memleket gerçekleri yığılıyor önüme, dağ gibi...


Çok alışmışız birbirimize. Sanırım ben en çok hep yanıbaşımda olan en yakın arkadaşımı aradım. Ama iyi tarafından bakarsak, kıymetini daha iyi anlayamazdım. 

Bir tek onun değil, bu süreçte benimle kalan bütün dostlarmın kıymetini daha iyi anladım. Kendilerin bilirler. Ağlaya zırlaya aradıklarım onlar, öyle aradığımda hep karşımda bulduklarım onlar.

Ben, yenilerini edinene kadar olan süreçte benim acil durum insanlarımı özlerken, eminim başkaları da kendininkileri özlemiştir aynı şekilde. Ne evim, ne barkım, ne mahallem...Alıştığım insanlardan uzak olmak bana özellikle kriz anlarında epey zor geldi. Ama zaman geçince yavaş yavaş yeni dostlar ediniyor insan..

"Başka negatif tarafı, anneler babalar, büyüklere karşı duyulan hisler. Genelde vicdanını sürekli çalkalayan hisler."
minnoş annem de huzurlarınızda

Biz elliyiz, onlar yetmişten başlayarak yükselen yaşlarda hepsi. Ve çoğumuzda o tarifi zor his. Hep buruk bir özür kalplerde...Bunlardan birine es kaza bir şey olduğunda, bütün elli yaşlı biz yavruların hissettiği o adı zor konulası his. Zira çok uzağız. Bir de elâlemin sessiz, yargılayan baskısı. Ben kendim için bunu hissettim. Ummadığım insanlardan hem de. Söyleseler daha az canım yanardı. Unutayım iyisi mi...Unut tonton...

Yordu beni  bu yazı, toparlayayım...Bu anlattıklarımdan daha fazlası da vardır elbet... Ama şimdilik bu kadar. Dağılabilirsiniz...

Kerem’ciğimi beklerken yazasım geldi bunları.


Kendi tercihimiz olan bu hâli yazasım geldi. Kendimiz için mi tercihimiz ne olurdu, şu an tam olarak bilemesem de...

Okuyana sevgiler...

11 Temmuz 2017 Salı

TORONTO HAKKINDA KİMSENİN ANLATMADIKLARI-1-GİDENLER NE ŞEKİL? GELENLER NE ŞEKİL?


Acı kahvemi aldım, oturdum yazmaya yine... Gerçekten acı yaptım, isot koydum içine. Deneysel mutfak, fusion kahve”. Bazen kakao falan koyuyorum içine, ama kakaom bitmiş, biberli deneyim dedim. Tavsiye ederim...

"Bugün dedikodu yapacağım sizinle...
Toronto dedikodusu. Kahvenin yanına likörden sonra en iyi giden şey."

Bir ara epey niyetlendim dedikoduyu tamamen bırakmaya, ama Kerem (yeni başlayanlara bilgi: kocam olur kendisi, kağıt üstünde koca, gerçek hayatta can yoldaşı, en iyi arkadaşım) dedikoduyu bırakırsam ve vejetaryen olursam boşanabileceğini buyurdu, eh işime de geldi...Dedikodu biraz kalsın, ama içkiyi bıraktım, o kesin bilgi yayalım. Aklımı hep başımda istiyorum. Gerçi beynimi uyuşturmadan da bir tuhaf sayılırım genele göre ya. Esas içki  beni bıraktı, olmazsa olmazım rakı bile burnuma böcek ilacı gibi kokmaya başladı. Hormonal değişikliklerden olsa gerek...Vücudumu dinliyorum, kocamı da dinliyorum...

Toronto mahallemin en sevdiğim yeri, The Beaches

Bu Toronto çok merak konusu ya memlekette. En kolay (?) göçülen yerlerden biri olduğu için gidişattan endişe edenler akın akın buraya yollanıyor. Her hafta üç beş eş dost skypı yapıyoruz burada yaşayan bizler. İnternete güvenmeyen herkes bizleri arıyor, eh övünmek gibi olmasın çevre de epey geniş hiç anlayamasam da. Zira Türkiye’de büyümedim bile ama allahın işi işte. İnternetten her şeye bakma yetisine sahip arayan herkes çok şükür, ama arıyorlar yine de. Old school diyorlar buna... Anam babam usulü türkçesi. İlla birine soracaksın. Yahu sen beni tanır mısın, akıllı mıyım, manyak mıyım bilir misin? Dıdısının dıdısının dıdıları arıyor. Gerçi haksızlık etmeyeyim , tatlı insanlar tanıdım bu şekilde, ama memleketim insanı genelde çok renkli malum...

Toronto dedikodularına gelmeden önce gelenleri çeşit çeşit inceleyeceğim, amme hizmeti benimkisi. Dilerim faydalı olur birlerine...

1-Gelmeye gönlü olmayan ama dolduruşa gelmişler kararsızlar kategorisi “eş dost gitti biz kalmayalım geride”:

Bunlar kutudan çıkan joker oyuncaklar gibi ara ara hortluyorlar. Ve her seferinde aynı şeyleri soruyorlar. Aynı sorulara farklı cevap umarak sanırım. Çoğunluk ilk seferinde oldukça kararlı görünüyorlar, zannedersin bavullar yapılmış, hatta tartılmış (ilk gelirken bu bavul tartma işlemi başlı başına olay= “Kitapları çıkar, donları ekle, yok olmadı bir kaç da ayakkabı çıkaralım, zaten eskimiş bunlar,  yahu ne işi var bu bibloların işi burada, sıktı mı?” Şeklinde diyalogları var o işin) ,  telefonu kapatıp ayakkabıları giyip yola çıkacak. Bu aşamadaki birinin soracağı soruları sorar bunlar. Sonra bir bakarsın gelmeye çok uzaklardır...Bir sonraki arayışlarında artık çok ciddiye almayıp, “Ya kısmet, gelirseniz gelirsiniz, olmadı başka sefere, ne oldu senin öteki işler” diye lafı çevirmek en iyisi. Hatta araya “Aman iyi ki gelmeye kalkmadınız, bak burada da havalar hep soğuk, daha bahar da gelemedi” diye geçiştirip içlerini ferahlatmak sevap. Kolay karar değil, kesin... Aynı soruyu farklı şekillerde sormaya başladı mı, anla ki o kişi  uzak gelmelere, bırakmalara...Kal yerinde, bozma hiç düzenini. Haklı olduğun çok yeri de var bu karasızlığın, bakma dalga geçtiğime.

2-Aynı soruları yüzbeş farklı kişiye sormuş, ama yine de sorma ihtiyacı hiç bitmeyen, eşşeği sağlam kazığı bırak, Boğaz Köprüsünün ayağına (bana en sağlam ayak köprü ayağıymış gibi geldi de) bağlasa da dönüp dönüp kontrol etmekten kendine alamayan obsesif kompalsif kategorisi: (Alınma gücenme yok, zira ben de obsesif kompalsifim, kavanoz kapaklarını öyle uzun uzun ve sıkı sıkı kapatırım ki, He Man gelse açamaz)

Bunlar sahiden matrak oluyor. Önce sahiden hiç bilgisi yok sanıyorsun. Öyle zavallı zavallı takılıyor en başta. “Ne biliym ki ne?” tarzı bu. Sende bir tür acıma duygusunu tetikliyor bunlar. Oldukça tehlikeli bir durum. Her şeyi dinozorlardan başlayarak anlatmaya meyl edebilirsin. Hemen gereken kontakları seferber edebilir, kendini onlar için birilerinden bir şeyler rica ederken bulabilirsin. Sonra bir de ne görmüşsün, Toronto’yu sor onlar sana anlatsın. Neredeyse muhtarlığa aday olacaklar! Herkesi senden önce tanımışlar, edindikleri bilgiler sendekilerden detaylı. Aslında ortadoğunun bir geleneğidir bu tarz. Aciz görün, işini gör. “Ben bilemem ki?”, “Ben yapamam ki?” lerle ilerlerler, bütün işlerini başkalarına hallettirirler.

Bu tarz öyle hemen anlaşılmıyor, biraz zaman kaybediyorsun. Ama farkedince de hemen uzamak lazım. Hep nefse çalıştıkları için bütün bunları bildiğin halde kendini onlar için koştururken bulabiliyor insan. Kızamıyor da insan. Onlar da bir geleneği sürdürmekteler işte. Yalan söyledim, bazen kızıyor insan...O zaman da bunu arkalarından söylemek yerine, yüzlerine söylemeyi uygun buluyorum.

3-Bütün işlerini yoluna koymuş, sadece ayrıntıları biraz daha bilmek isteyen şuurlular kategorisi:

Bunlar tadından yenmiyor, hızlı ve netler, ne soracaklarını biliyorlar. Yazışarak halloluyor çoğu şey. Geldiklerinde de bunlardan hoş arkadaş da oluyor.

Başka bir en sevdiğim yerden, Ward's Island'dan Toronto silueti
"Sadece gelenler mi çeşit çeşit? Değil elbet...Buradaki herkes elinden geleni yapmaya dünden gönüllüler...Onları da yazmak lazım, zira akıl verenler de çeşit çeşit... Ve izlemesi matrak. Yani benim için matrak tabi...Hele ilk geldiğimde, canım çok sıkıldığında gözlem yaparak kendimi eğlendiriyordum."
1-“Çok zor çok zor çok zor” da ısrar edenler:

İlk gelen herkes zorlanıyor burada genelde, maddi açıdan, manevi açıdan. Zor zenaat göçmenlik. Bu kategori  yeni gelecek olanın iyiliği için, hazırlıklı olsunlar diye başlarına ne kadar berbat şey geldiyse, önce onları sıralayanlar. Mümkünse gelmeye niyetliyi bile yolundan döndürebilirler. Gerçekçi olmalarıyla gurur duyduklarından önce negatif deneyimler sıralanıyor. Haklı oldukları çok şey var genelde, ama insan onları dinleyince “eve git, bileklerini bir koşu kes de gel” duygusuna kapılıyor. Aslında bu yardımseverler, kendi kendilerine ne kadar yol katettiklerini anlatıp duruyorlar yeni gelenlere anlatırken. Haklılar da. İnsan bazen unutmamak için hatırlatıyor. Zira devam edebilmek için buna ihtiyacı oluyor.

2-“Çok kolay çok kolay çok kolay” da ısrar edenler:

Bakın bu kategoriye ben de girdim bir ara. Sadece elalemle değil kendimle de dalga geçiyorum ki, kalp kırmayalım. Zorlandığını kendine yediremeyip, ağlamayı kendine yakıştırmayıp, “Ben nasıl olur da zorlanırım? Olacak iş değil,”ciler bunlar. Kol kırılır yen içinde kalır tarzı bu. Sürekli herkes kendine “Vay canına, nasıl da becermiş, helal olsun”a ihtiyacı olanlar. Pespembe tablolar çizerler, üstteki kategori kadar yanıltıcılardır. Bunların da kendilerine hep bütün zorlukların geçeceğini tekrar etmeye ihtiyaçları var, ki devam etmeye güçleri olsun.

3-Başkalarının hep iyiliğini isteyen sistematik yardımseverler:

Bunlar için oturulacak yer, çocukları gönderilecek okul, alışveriş yapılacak harika  Cosco gibi burada genel hayat tarzına uygun mutlak doğruları vardır. Ellerinde listeyle dolaşırlar, sen akıl sormasan dahi, onlar cömerttir , verirler. Çok yardımseverlerdir ve bir kısmı da ısrarseverdir...Her dediklerine “hı,hı” demek, gerçekten faydalı olan bilgileri alıp, damıtıp, kendi tarzına uyarlamak gerekir. Listeleri vardır yeni gelenler için sürekli güncelledikleri. Ben bazen bu kategori olduğumu farkedip duruyorum. Hazır durmuşken de dönüp kendime bakıyorum...

4-İşine gelene yardım eden, gelmeyene etmeyenler:

Eh, bir toplumun olmazsa olmaz kategorisi. Adına networking dene  şeyin etrafında yoğunlaşmış bir kategoridir bu...Üstüne roman yazılası... Dünyanın her yerinde bence aynı dert olan şey. Ama anlayabildiğim bir şey, sonuçta herkes hayatını baştan kurmak derdinde. Üstünde kafa dahi yormadığım, çok gerilerde bıraktığım bir dünyaya ait bir kategori.

"Dedikodum şimdilik bu kadar. Kahvem de bitti zaten..."

Gözlemlerimi aktarmaya devam edeceğim. Zira gelmek isteyen herkes emlakçısına, eğitim danışmanına, finans danışmanına, muhasebecisine referanslar yoluyla ulaşabiliyor. Benim gözlemlerim  sosyal hayata dair. Ben de onları aktarayım, belki birilerinin işine yarar, belli mi olur?

Hem kendimi eğlendiriyorum, hem de sevaptır...Amme hizmeti...

8 Temmuz 2017 Cumartesi

GÖRÜNMELERE DAİR



Beni kahve tetikliyor...

Sabah kahvemi içerken değil de, genellikle yaparken akıyor içime yazılar...Neler yazıyorum o arada, bilseniz, yazsam sahiden roman olur.

Oturmuyorum çoğu zaman klavye başına. İçimden yazıyor, içimden okuyorum.

Bir yere dökmesem de, döksem de, o kelimeler  beni sakinleştiriyor.

Eğer ki kağıda- ekrana- word dokümanına-bloğa dökmüşsem aklımı ziyaret edenleri, o zaman birileri okusun istiyorum. Bekliyorum. Bakıyorum. Like’ları saydığımı farkediyorum.
Halbuki içime yazıp, içimden okuyunca, sadece keyfi kalıyor.

Diğer türlü, beğenenler, beğenmeyenler oluyor. Etkilenmediğimi düşünsem de, geri bildirimlerden haz alıyorum.

Ne kadar üstünde çalışsam da, ben alkışlar için  eğitilenlerdenim...

Görüldüğü zaman var olduğuna inanan, görülmediği zaman “hiç” olduğuna inandırılmışlardanım.

Folklor ekibinde herkes kırmızı şalvar giymişken, çingene pembesine layık görülendim ben.

Herkes sadece öğrenirken, derecelere oynayandım.

Herkes yaşar giderken, ben nefes nefese hayatla yarışanlardandım.

Mutluyum, mutluyum diye coşanlardandım.

Yapıyorum, yapıyorum diye haykıranlardandım.

Burdayım, burdayım diye bağıranlardandım.

Ne kalabalığız aslında biz.

Şimdi ise sadece fısıldıyorum: yazıyorum, yazıyorum diye.

Bazen yazıp yazıp atıyorum.

Evet, biri bana “kalbime dokundu yazın” dediğinde içim ısınıyor.

Yine de sadece senelerin ağırlığını atıyorum diye yazıyorum...

Öyle çok haybeye teşhir etmişim ki kendimi, görünür olmaya tırsıyorum.

Çok şükür, kendimi daha az kandırıyorum.

Yani en azından öyle sanıyorum.