21 Kasım 2017 Salı

SEN ÇOK YAŞA SOSYAL MEDYA



Ödül kazandım, facebooka koydum, “like”ları “like”ladım. Hoşuma gitti, güne hoş başladım. Sosyal medya sağolsun.

Evet hoş bir yanı var durumun. Çoğu zaman kim ne yapmışa bile fazla odaklanmadan likeları, iltifatları “bas bas bas ortaya leyla” şeklindeyiz hepimiz. Ben ne ödülü almışım, kimse ona bakmıyor. Hoş ben de bakmıyorum,  hemen post ediyorum, ki likeları sayayım sonra diye. İnsana “pişu”ymuşsun hissi veriyor. Bu pişu, eski ortağım, laz Afitap’tan, andık bak yine, hayatımın en çok şey öğrendiğim dönemiydi, bu nedenle arada anmasam olmuyor. Lazlar, köyden biri okuyup adam olduğunda, o kişi için “çok da pişu oldu” diyorlarmış. Pişu olmak, çok iyi birşey olmak anlamında yani. Hepimizin pişuluğunu çoğaltıyor bu facebook ve benzerleri.

Benden duyun, yabancıdan deği. Çoğu ödül hikaye, bastırıyor parayı veriyorsun bir kuruluşa, kuruma. Bir gelir kaynağı bir sürü kurum için yarışmalar. Seni başka para verenlerle yarıştırıyorlar. Sonra çoğu ödül için sosyal medyada oylamalar yapılıyor, eşe dosta oylatıyorsun, kim daha popiyse (popüler diye açayım  genç jargonuna mesafeli olanlar için) o alıyor oyları, hop bi şey kazanmışsın. Ayrıca, ödülü seçen mecra hep bir jüri, yani bizden daha bilgili olduğu varsayılan başka insanlar. Hele sanat, edebiyat  gibi tamamen ruha hitab eden olaylarda hiç anlamıyorum neden bir jürinin bir şeyin "bu iyidir" demesine itibar edilmesini. Eseri yaratanla, eseri deneyimleyen arasındaki  mahrem ilişkiye kim hükmedebilir? Oscar'ları da bu nedenle seyretmem zaten. Kime ne benim neyi beğeneceğimden, ya da bana ne onların beğendiklerinden. 

Ne kazandığından ziyade, sosyal kurdelelerine bir tane daha eklediği için mutlu herkes. Kırmızı kırmızı kurdelerle dolaşıyoruz hepimiz. Bazıları ödül bu kurdelelerin, bazıları ise “çok şükür”ler. O şükürler yok mu o şükürler. Aşure yapan komşuya şükür, (haha, buna takığım , kimse alınmasın) hayırlı evlada şükür, etrafımızdaki kalabalığa şükür... Ve saire, ve saire...

Neden ve kimlerden ibaret o kalabalık, bir dönüp bakmıyoruz. Bizi övgülere boğanlara karşı hiç birimiz boş değiliz, ama eğer zaten yapılacak olanı yapıyorsak, neden ekileniyoruz, ne kadar muhtacız o övgülere, bir durup düşünmüyoruz. Şüküre karşı değilim, bilenler bilir, oldukça dua, şükür, üçkuluvallabielham bir tipim. Sadece ne kadar düşünerek tepkilerimizi verdiğimize dikkat çekmek istiyorum. Ve hatta tamamen kendi kendime konuşuyor varsayın beni, düşünmek istemiyorsanız, ve hâlâ buraya kadar okuduysanız...

Yaşadığımız çok şeyin içini boşaltıp, ödüllerle, şükürlerle dolduruyoruz. O fotoğrafı çektiğim gün kızla kurduğum irtibatın keyfini, sohbeti, benim daha güzel fotoğraf çekmek için verdiğim gayretten aldığım hazzı, o fotoğrafı bilgisayarımda açıp da güzel olduğunu benim farkettiğim anın sihirini, kendime “aferin elif, uğraşıyorsun, ve oluyor”un kalbime akan ılıklığını, “şöyle yapayım bir daha”nın umudunu, kendi kendim ve ekranımla başbaşayken kendimi alkışlamamın önüne alırsam o tebrixleri, işte o zaman özgürlüğümün gittiği andır.  Sınırı toplum değil, kendimiz belirlersek mesuduz, yoksa gözümüz ekranda yaşamaya mahkumuz...

Kerem’in dediği gibi... Kendimizle ve/veya sevdiklerimizle gurur duymak için bir şey yapmamıza ve/veya bir şey yapmalarına ihtiyacımız olmamalı. Ben de dahil, çoğumuzun elli yıllık öğretilerine karşı durmak demek bu. Kötü niyetle değil, ama büyük bir ısrarla bize dayatılan bir sanal olgu bu. Eskiden de sanaldı, bugünün yüzde bin sanal  dünyasında hâlâ bin beter sanal...Gerçeklikle bağımızın kopmaması için, bunu kendime hatırlatma gereği duyuyorum ara ara. Geçenlerde facebooka konmuş eski bir tatil köyü fotoğrafında şarkı söyleyen genç elife:" Aferin bunu da başardın ya!" yazan bir zihniyetin yavrusuyum ben. Ve yanlız olmadığımı biliyorum. Ben sadece geveze olanım o güruhtan... Belki bunu hatırlamaktan hoşnut olacaklar vardır okuyanlar arasında, ve belki benim gibi yürüdüğü yola ara ara dönüp arkasına bakanlar vardır ve kendileriyle gurur duyuyorlardır sanallıklarıyla ilişkilerini geride bırakmayı başarmış olmakla, ya da hâlâ mücadele verenler...Ama el netice, bir şekilde olayın farkında olanlar...

Bu arada, ödül bileğimin hakkıydı, o ayrı. Ama ödülsüz de o fotoğrafın güzel olduğunu biliyordum. Güzel olmasaydı, ki bir sürü öyle fotoğrafım var, çok sevdiğim, hepsi benim bebeğim...Bana en büyük ödül, bana çok şeyi unutturan bir uğraş. Bana kazandırdığı arkadaşlıklar, bana kazandırdığı zaman, bana kazandırdığı ben...Habire yarışmalara katılıyorum, kulübün eğlencesi, üstelik gelişmeye sebep oluyor.


Çok teşekkürler beğenilerinize, tebriklerinize. Bekleyin, başka ödüller de paylaşacağım ara ara...