29 Aralık 2015 Salı

BENİM DE HEPİMİZ İÇİN YENİ YIL DİLEKLERİM VAR



2000 yılında kaç yaşında olacağımızı hesapladığım an daha dün gibi...Yaşım daha yirmiyi bulmamış, ellisinde ölenlere “Ay, çok da gençmiş!” diye dövünen annemlere kıskıs güldüğüm yıllar...”Elli” yaşa yüzelliymiş muamelesi yaptığım yıllar dün gibi.

Bak onbeş geçti bile 2000’i.

Giderek daha bir uçarak geçiyor yıllar.

Evet memleket çok hazin...

Evet senelerin alışkanlıklarından çok uzağım...

Elli senedir elene elene kalan gerçek dostlarımın hepsine okyanuslar kadar uzağım...

Ve evet çok insan çıktı hayatımdan, sıkı bir deprem geçirdim geçtiğimiz 3 yılda...

Eminim ben yalnız değilim benzer konularda. Dünya alem kendi derdinde...Eğer aradığın dertse, bulmak öyle kolay ki etrafında... 

Çok şey büyük hızla dönüşürken, şu an benimle olan tüm arkadaşlarıma, dostlarıma, hatta hiç tanışmadan uzaktan uzağa bünyeme sarmaktan hoşnut olduklarıma seslenmek istedim:

Canlarım, ciğerlerim...

Hayat denen şu yalan şeyi hepi topu bir kaç düzine seneden ibaret sanıyoruz...

Halbuki sadece bir andan ibaret o hayat, dışarda olup bitenle gereğinden fazla alakadar olmakla yitirilemeyecek kadar değerli... Genelin istediği şekilde yaşanmayacak kadar şahsi... Herkese kendimizi anlatmaya çalışmakla oyalanılamayacak kadar seri...Üstünde uzun uzun dırdır edilemeyecek kadar kısa...Geri dönüp dönüp üstünde artık hiç etkimiz olmayan şeylere hayıflanılamayacak kadar tek yön... Yarın ne olacağını dert edip, ahlanıp vahlanılamayacak kadar sadece bugün...

Her nefesin, her eylemin anlamlı olmasıyla değer bulan yalan bir şey...

Başıma kakıla kakıla anladım ben de sanırım:

Elimizde olan, bize ait olan sadece ve sadece “şu an” gerçekten...

Kutsal olan tek şey, anlamlı olan tek şey... Öncesi hikaye olmuş bile, sonrası ise şimdilik hayal.

O “AN”ın kıymetini her durum ve olayda hiç mi hiç unutmayacağımız bir yıl diliyorum. Her anımızın her durum ve olayda, her şeye ve herkese rağmen güzel hislerle, ilhamlarla, birleştirici ve barışçıl eylemlerle, söylemlerle dolu olmasını  diliyorum... 

Herşeyden önce kendimizle güzel güzel geçineceğimiz bir yeni yıl diliyorum...

Elimizde olan ve  olmayan şeylerin ayırımını yapabilmeyi diliyorum...

Sahip olduklarımızın her an kıymetini bilmeyi diliyorum...

Hayatımızda değişmesini istediğimiz şeyler için adım atmaya cesaret diliyorum...

Değiştiremeyeceğimiz şeyler için bütün yüreğimizle kabul diliyorum...

Öyle güzelce, ferah ferah yaşayıp gitmeyi diliyorum...

Siz sevdiklerimle...

Sonsuz sevgilerimle...


22 Aralık 2015 Salı

NE LAZIM?




Kafamı çeviriyorum: “Biberiye kokla zihnin açılsın,” diyor birisi facebookta.

“İstiyor muyum ki açılsın?” diyorum.

Oradan oraya saçılsın? 

Yorulmuşum zaten senlerdir vır vır da vır vır.

Akıllı olmak için gerekenler, uslu olmak için lazım olanlar, daha duyarlı  olmak da lazım, her şeyden ufak ufak anlamak. Müzikten, sanattan, edebiyattan. Hiç bir şeyi atlamamak lazım. Konser, sinema, sergi. Hepsi lazım. Güzel yemek, güzel şarap lazım. Kilo da almamak lazım. Eee, sağlam vücut, sağlam kafa, hepsi lazım.

Ayrıca herkese hepsini  göstermek lazım. Göstermeden önce etrafı kolaçan etmek, kimseleri ürkütmemek lazım. Dengeli, ölçülü, münasip olmak lazım. Ağır da olmak lazım. Sağlıklıyı unutmuşuz, o da lazım.

Neme lazım.

Durmadan bir şeyler yapmak lazım.Multitasking olmak  lazım, devir böyle...”Mikemmel” kadın diye bir şey var malum...

Bir de üstüne günümüz memleket koşulları eklendi: ona üzülmek, buna sinirlenmek, her konuda ahkam kesmek de lazım...

Hep bir şey yapmak lazım ...

Bana ne...

Koklamayacağım o biberiyeyi ben...

Hazır durmayı öğrendi benim kafa çok şükür...

İsteyen koklasın...Bilginiz olsun diye şeettim: “Biberiye kokla zihnin açılsın”


Aslında başka şey yazacaktım ama...Bu çıktı benden bu gece...Diğeri pek de lazım değilmiş demek...Amaan boşver...Yatmam lazım...

15 Aralık 2015 Salı

"AMA"

illüstrasyon sevgili Gürbüz Doğan Ekşioğlu'ndandır

Her kelime aynı değildir bende. Bazılarını daha çok, bazılarını daha az severim.
“Ama”yı sevmem, samimiyetsizdir. Önündeki cümle yalandır.
Sözünü açık açık diyemeyenin riyâkâr baştacıdır.
“Ama”sı çoktur güzel ülkemin, riyâsı çoktur.
Uzaktaki güzel köyleri yalandır.
Körlüğü gönüllüdür.
Bir ucu senelerdir kanar. “Ama”lar durur, deşer büyütür o yarayı.
Ben hiç sevmem “ama”yı.

2 Aralık 2015 Çarşamba

CANINI ÇOK MU YAKTILAR?




Günün sözü ve açıklaması Gabriel Garcia'dan gelsin:
"Her zaman seni üzecek birileri olacaktır, yapman gereken insanlara güvenmeye devam etmek, kime iki defa güveneceğine daha fazla dikkat etmektir."
Hayat böyle! Üzülme konusuna ayrıca geleceğiz, o hiç bir şeyden etkilenmeme hâline daha biraz var benim için. Hiç kolay değil, ama mümkün, kendimden bilirim... Hele hele dış etkilere açık biriysen, "Ne yapayım, duygusalım" diye böbür böbür böbürleniyorsan marifetmiş gibi, o hâl biraz daha uzak demektir sana. Anneannemin bir lâfı vardı, "Çingeneye öğün demişler, kalbur elek sattığını anlatmış". İşte duygusallık da bu menem bir şey aslında. Ona da geliriz elbet bir gün, aman ne çok konu var başlayınca anlatmaya. Kendime mi saklasaydım diye düşünmüyor değilim ama başladık bir kere, devam...
Ama de ki üzüldün! Hemen dünyaya küsmece yok, zaten genelde en saflardır genelde en çok üzülebilenler. Ve o saftorozlar herkese güvenmeye devam ederler, başka yaşama biçimi bilmezler. Şu cümledir kafalarına kazınan, ama kalplere kazınamayan: "Sen de herkese güveniyorsun! Salak mısın?" Salak değillerdir kesinlikle. Sadece güvenmeye daha yatkınlardır, başka yol bilmezler.  İşte de, gönül işlerinde de, arkadaşlık ilişkilerinde de...
Salak değillerdir, ama hadi bir , hadi iki, hadi de üç... Bir yerde artık kafalarını kaldırıp etrafa bakmalıdırlar. Herkesin bir noktası vardır  canına tak ettiren. Canına tak ettiği an, ki o an için ipucu veriyorum: insanın canının en çok yandığı andır o, ya da,  "Dur ulan bu neden hep bana oluyor?"u kalbinde en çok hissettiğin andır. Çünkü hayat seni hep sınar, hep anlatır, hep seslenir uzaktan, tâ ki sen kulağını açıp duyana, gözünü açıp görene dek. 
Birden değişmek ister insan, karşı konulmaz şekilde. Her türlü değişim sadece ve sadece çok istenirse mümkündür. Tek koşul budur.
Sen değiştikçe, dünya değişir gibi gelir insana. Ama etrafındaki herkes aynıdır aslında. Karşındakiler şeffaflaşır, birden sanki en iyisinden bir "güven röntgeni aygıtı" takılmıştır kişiye. Bu doğuştan olsa iyi tabi, ama allahın sevgili kuluysan, yani epey bir üzüldüysen seni sevdiğini düşündüğün insanlar tarafından, sonradan edinilebilinir.
Ve o bir zaman can yakıcı canavar gördüğün şahıslar birer birer kendileri uzaklaşır hayatından insanın. Sen dönüp dönüp kendine baktıkça, değişmiş halini istemezler. Seni değişmekle suçlayabilirler, seni genelde en çok tanıyan insanlardır, kendini en çok açtıklarındır bunlar, ve aşil topuğunu en iyi bilenlerdir. Çok can yakıcı olmaya teşebbüs edebilirler. Ama onların bu tepkisi de, sende gördükleri kendi can kırıklarının neticesidir.
Ama artık dünya bambaşka görünmektedir sana...
Burada duymak istediğini söyleyemeyeceğim. Seni zamanında üzen insanlara çamurlar atıp, üzülen seni övmeyeceğim.
Çünkü ne üzen yanlıştır, ne üzülen haklıdır. Yanlışı, doğrusu, haklısı, haksızı yoktur bu mevzunun. Sadece anlamasını bildiysen, her şey her zaman olması gereken halindedir. Ortada sadece sana seni gösteren aynalar vardır. Senin özenle seçip, bir zamanlar etrafına döşediğin aynalar. Bakmaya cesaret ettiysen şanslısındır. Bakabildikten sonra, kendini samimiyetle görebildiysen allahın sevgili kulusundur. Hele görebilip, çözümün sende olduğunu idrak edebildiysen, tadından yenmez. Değişmekten korkmadan kendinle yüzleşebildiysen, çok ama çok şanslısındır.
Hele bir de içinde hiç kin kalmadan o eskiden seni üzdüğüne inandıklarını, seni sen yaptıkları için dualarına ekleyebildiysen...
O zaman anlarsın ki, cennet aslında bu dünyada, kendini anlayıp, barışmaya niyet ettiğin andadır...

1 Aralık 2015 Salı

ÖLSEM DESENE


"Şu kavga bir bitse dersin, 

Acıkmasam dersin, 
Yorulmasam dersin; 
Çişim gelmese dersin, 
Uykum gelmese dersin; 
Ölsem desene!"


Diyemezsin ama, di mi? "Her şey bitsin" anları da vardır herkesin elbet, ama kolay değildir öyle, gidilebilinemez kolay kolay.
Orhan Veli hiç demedi mi tüm bunları? Kalıbımı basarım hepimizin bayıldığı "Orhan Veli" olana dek neler geçti bünyesinden kim bilir. Ne fırtınalar, ne yılmalar, ne pes etmeler kim bilir. Ama O mevzuyu anlayanlardan. Tek eğitmeninin hayat olduğundan eminim, yoksa bu kadar muhteşem basitlikte ve güzellikte anlatamazdı bizi bize. Kocaman bir yürek ve anlamaya çalışmak, işin sırrı bu.
Hayat, kendini ona bırakabilene güzel. Kavga edilmesi gereken bir şey değil bu hayat, hayranlıkla seyretmek gereken bir şey, her his var içinden geçen. Başına bir sürü şey gelecek.
Böyle bir şey hayat, kocaman bir televizyon gibi. Kumanda da tek, ve sadece sende. Onu asla başkasına ödünç vermemek gerek, kaybetmemek gerek, ve hangi kanalı tercih edeceğini bilmek gerek, zira programlar çeşit çeşit: korku filmi mi seyretcen, eğlence mi, sanat mı, dram mı. Ne dilersen var. Sadece hepsini aynı anda seyredemeyeceğini bileceksin, tercihini yapacaksın, seyrederken de hep not alacaksın, ama kalbine yazacaksın notları: "Hmmm bu böyle, bu şöyle" diye. Merakla ve heyecanla seyredeceksin, zaten bir saatte bitiyor yayın, bitene kadar tadını çıkaracaksın oturduğun koltuğun.
Ama eğer ki memnun değilsen seyrettiğinden, vızıldanmak yerine (bunlar hayatından hep şikayet edip de kılını kıpırdatmayan insan türü oluyor genelde) , ya da televizyonun kafasına kafasına pata küte vurup durmak yerine (bunlar da hep hayatla kavga halinde olanlar oluyor genelde, ota boka kavga edenler yani ) kanalı değiştireceksin.
Kumanda sende...
Yayın sonsuza dek değil. 
"Ölsem" diyemediğin sürece.