28 Ağustos 2019 Çarşamba

BİZİMKİLER ÇOK KIYMETLİ



Dün bir arkadaşım yazmış facebook penceresinden:

"Bizde mi anormallik var? Bir tek bizim evlatlarımız mı kıymetli? Burada bir tek Türk çocuklarını görüyorum," diye. Konu belli. Yavrular üniversiteye başka diyarlara uçuyorlar, yani benim yaşımdakilerin yavruları.

Evet. Bir tek bizimkiler kıymetli. 

Ben de çok kıymetliydim, sağolsun anacım beni her şeyden çok sevdi. Her şeyden, ama her şeyden. Bir sürü arkadaşımın anası da öyle. Bizi analarımız hep kolladı, korudu. Hatta yanlış karar vermeyelim diye, kararlarımıza fener oldu diyelim, kibarca. Biz çocuk olmamız sebebiyle salak olduğumuz için, bize yol gösterdiler hep. Bazen direk, bazen kanırtacısa, bazen sinsi yönlendirmecilikle. Hepsi iyiliğimiz içindi. Bizim yerimize düşündüler. Bizim için ne iyiyse, onlar bildi. Komşu çocuklardan korudular, ilişkilerimize önder oldular diyelim kibarca. Nasıl arkadaş seçilir, bize öğretene kadar, kendileri seçtiler. 

Okul kapılarından ayrılmadılar, sağolsunlar. Hep en iyisini seçmeye çalıştılar kendilerince. Zarar göreceğiz diye ödleri koptu. O göbek bağını koparmaya ödleri koptu. 

Meslek seçerken, eş seçerken kendi harika deneyimlerinden aldıkları esinle bize hep akıllar verdiler. 

Hayatlarımızı tasarlarken, hep müdahildiler. Ne yiyeceğiz, ne giyeceğiz,  ne yapacağız, tüm elalemle ilişkiler  hep denetlendi. Hepsi mutsuz olmayalım diyeydi.

Kendi pişmanlıklarını, üzüntülerini, arzularını bir tur da bizim üzerimizden yaşadılar.

Senelerdir bünyemdeki etkilerini anlamaya çalışmam neticesinde şu an bütün bunları anlasam da, olay tek cümleyle özetlenebilir: iyi halt ettiler.

Kendimize ne alan kaldı, ne iç sesleri duyma yeteneği gelişti. Bu sevgi ve ilginin dozuna göre kabul edilen ve/veya  inkar edilen travmaların esirindeyiz çoğumuz. Kimimiz üstesinden gelmeye debelenirken, kimimiz kabul edilmiş esaretleri sürdürüyor. Hepimiz geleneği sürdürürken yakalıyoruz kendimizi. Bize analarımızdan kalan bu göbek bağı kesememe mirası bence  genetik kodlarımıza işli. Hatta ortadoğunun bazı cevapları, bu kesilemeyen bağda yatıyor, can-ı gönülden söylüyorum bunu. Ayrılmasına müsade edilmeyen eşler, tüm o cinayetler, hepsinin sırrı orada. Burayı, moda tabiriyle,  şifalandıran, çok yol katediyor. Ama bırak şifalandırmayı, bunun bir sorun olduğunun kabulü bile bizimki gibi kültürlerde ciddi sorun. Az laf etmeye kalk, bu konunun Salman Rüşdi'si ilan edilirsin mazallah.

Ben de kendimde aynı haltları etmeye hevesli bir elif görüyorum sık sık. Hatta hala kızımın yanında oluşum bile ondan. Ben bırak okul kapısına gitmeyi, maşallah mezun edeceğiz, hala yanındayım. 

Aslında, bu bağımlılık benim kuşağımda (okumuş, etmiş, iyi yetişmiş eli ekmek tutmuş işkadını kategorisi) okul kapısına kadar gitmek şeklinde tezahür etse de, bu bırakamama hali oğlundan ayrılamayan her kaynanada, kızının evinin anahtarına sahip, günde kırk kere rapor verilen her anada ve sonra uzun uzun yazacağım binbir halde mevcut. 

Evet, sanırım daha çok yazacağım bu konuda.

Biz doğurmuş olabiliriz, ama onlar misafir. Bunu hep hatırlamaya çalışıyorum. Kendi kararlarıyla, kendi karakterleriyle, kendi hayalleriyle, kendi düşüp düşüp kalkmalarıyla, burun sürtmeleriyle, kendi tedavi yöntemleriyle,  bütün incinmeleri, bütün denemeleri, bütün tekrar tekrar başlamarıyla bizden tamamen ayrı bir varlık. Ve bence analığın en zor yanı da bu: endişeleri kalbe gömüp, büyümelerine müdahil olmadan izin vermek.

Hadi derse geçtim, burada bitireyim demek oluyor bu...

Okuyana sevgiler.

24 Ağustos 2019 Cumartesi

DÜNYA ÇILDIRMADI ASLINDA



Dünya çıldırmadı.

İnsanlık zıvanadan çıkmadı.

Hep böyleydik.

İnsanın içindeki karanlık hep aynıydı. 

Yoksa yanar mıydı imparatorluklar, atılır mıydı bombalar, yapılır mıydı katliamlar? 

İnsandan sabun yapmayı akıl edenler oldu, dahası var mı zulmün?

Alındı mı dersler?

Belli ki hayır.

O halde sana sesleniyorum ey modern insan!

Ey elinde bir telefonla dünyaya hakim olduğunu sana insan!

Önce kapat o ekranları. Hepsini.

İçin bir durulana kadar da açma.

Bırak böğğ böğğ ağlamayı.

Önce bir sakinleş. Git ağaç altı mı bulcan, su kenarı mı, bir otur sakinleş.

İnsan hep aynıydı. Shakespeare'den, Tolstoy'dan bu yana. Dostoyevski'nin Raskolnikov'undan bu yana. Hep aynı insan muhatabın.

Hatırlayana kadar sus, otur.

Farkedeceksin ki, sen sadece daha fazla şeye maruzsun. O ekranlar var ya o ekranlar! Sana adım, kalori saydırırken , bütün hesaplarını şaşırtan, yolları buldurturken, yoldan çıkmana sebep olan, bütün ekranları kapat. Orwell'den özlü söz paylaşmayı seversin, bir daha dön de oku o kütabı, ne demiş adam. 

O liste başı dizileri seyrederken kapattığın ruhunu bir açmayı dene. Kendinle kalmayı dene. 

Sağduyun yerine gelene kadar da açma. 

İnsanlık nereye gidiyor, söyleyeyim: nereye gitmesi gerekiyorsa bu kafayla, oraya gidiyor.
Sosyal medya yargıcı olmayı bırak.

Kapa ekranlarını. 

Hele bir sakinleş.

İzlemeyi, izlenmeyi sen kontrol edebilene kadar bekle.

Kendi içini bir dengele hele. 

İnsan aynı insan.

Sen sadece aklını da, ruhunu da ekranlara rehin verdin. Farket bi hele.

Netflix'ini, Iphone'unu kendine yetecek kadar kullanacak idraka gelene dek de açma bence.

Bu kez bana kızacaksın muhtemelen.

Kız, ama bir düşün.

Ademoğlu aynı ademoğlu.

Bunca zamandır akıllanmadıysa, dur düşün nerede yanlış diye. 

Durulmadan bulamayacaksın yanıtı,  galeyana gelme.

En azından kendine etme!