25 Haziran 2021 Cuma

YOLLARIN GETİRDİĞİ



Şu sıralar hep yollardayım, farketmişşinizdir. (Bak bu kafa anamın kafası: herkes evinde oturmuş, çıt çıt çekirdek çitleyip, hele şu elif napıyor bir bakalım diye beni gözetliyor sanırsın! Napcaksın, kafa Türk anası kafası, atsan atılmıyor satsan satılmıyor, , kabullendik oturduk)

Evet, bu oturup beni seyreden kafamdaki kalabalığa sesleniyorum ben de zaten. Geziyorum, zira yarı zamanlı bir emeklilik işim oldu, ona sonra geliriz. Ben geziyorum,   onlar da bana para veriyorlar diye özetleyeyim. Karşılığında ise gizlice bir şey yapmaktayım. Annem karanlık işlere karıştığımı düşünüyor. Oysa gayet aydınlık işler, kimse korkmasın.

Diyeceğim şey başka. Ben memlekete döndükten sonra epey bir bunalımlara gark oldum. İnsan uzaklaşınca unutuyor bir şeyleri. Taze alınmış Kanada vatandaşlığımın da etkisiyle, sümüklüböcek misali, çıktığım kabuğumu beğenmeyip, aslen birinci dünya ülkesi vatandaşıymışcasına isyanlar ederken, günlerim stresle geçerken buldu bu iş beni. Dedim eyvallah. Ve çıktım yollara.

Seyahat, yani hareket etmenin mucizesi devreye girdi, ve bendeniz, her gittiğim yerde aslında sanki para kazanmaya gitmedim de, memleketle barışma turuna çıktım adeta.

Kelebek mobilyada çalışırken severdim bayileri dolaşmayı. Ve epey bir yeri de görmüştüm. Daha doğu turları moda olmamıştı. Batılı hatunlar, günlük hayatta  yan apartmandaki kürtlere burun kıvırırken,  toplaşıp toplaşıp Urfa'da sıra gecelerinde doğu hayranlıklarını haykırmaya başlamamışlardı henüz.  Otuzlarımdaydım. Bana büyük bir aydınlatma yaşatmıştı o geziler zamanında. Aynı yerleri elli kafasıyla dolaşıyorum şimdi. Çoğu yer aynı pejmurdelikte. Ben hala turist kafasıyla dolaşamıyorum, yani 'ay ne güzel Erzurum! Ne güzel Mardin' kafasında değilim. Ve iliklerime kadar hissediyorum boşvermişliğimizi, çırpınışımızı, ulusça depresyonda oluşumuzu, özetle faniliğimizi.

Eskiden kızdığım şeyler, gözüme hüzün olarak yansıyor. Çok tatlı insanlara rastlıyorum, kendi kendime utanıyorum önyargılarımdan. Çok çeşitliymişiz gibi sanıyoruz kendimizi Türkiye'de. Değiliz aslında. Kapkara çarşaflı Konya'nın göbeğinde, Japonların yaptığı bir bahçede, gerçekten Kyoto'daymış gibi dolanırken, bizden fotoğraflarını çekmemizi rica eden iki delikanlının, o hep aşağıladığım kıytırık yeni yetme lise kıvamında tıp üniversitelerden birinden mezun olduklarını duyduğumda, ben karşımda sadece hayatının başında iki taze genç gördüğümde kendime şaşırıyorum. Kalbimde zuhur eden şey, gerçekten onlara şans dilemek oluyor. Başka hiç bir duygu eşlik etmiyor buna.

Ya da Kerem'le 'gelinlik mi bu, nişan elbisesi mi', diye aramızda tartıştığımız güzel elbiseli tesettürlü güzel kızın nişan fotoğrafları çekilirken seyrediyorum. Ve sadece kızın ne mutlu olduğunu görüyorum. Elbise gözüme kiç görünmüyor bundan sonra. 

Aynı bahçede ilkokul mezuniyet törenine denk geldiğim kız çocuklarının sadece birkaç tanesinin başının açık olması beni mutsuz etmiyor. Sadece sevinçli oldukları radarımda.  Ve de çocuk oldukları.

Bambaşka bir ülkede dolanıyorum, alıştığımdan farklı. Anlamaya gayretim büyük. Kerem az evvel bana bir arap ülkesinin çocuklarının bizde üniversitelere  sınavsız gireceklerini ve başka haklara da sahip olacaklarını söylerken, onu susturuyorum hala. Canım hassas, acıyor.

Ama ben  insanlara karıştıkça bu ülkede,  sadece sevinen, üzülen, korkan varlıklar görüyorum etrafta. Ne kadar aynıyız aslında, sadece onu görüyorum. Seyahatler mucizesini gösteriyor. Bir şekilde yol alıyorum, anlıyorum.

Okuyana sevgiler...