14 Mayıs 2015 Perşembe

ONÜÇ YAŞ DARBESİ

Müzik ekledim, tıklayın, okurken dinleyin, aşağıdaki satır:
Mikis Teodorakis "Z"


Sıra yarılsa da , içine girsem… Tahta kurularına misafir olsam…Allah’ım ne yaptım ben? Ne yaptım, ne yaptım, ne yaptım! Şu ders bitse, kurban keseceğim. Ne istiyor bu pis adam benden?

-N’est ce pas Mademoiselle Dagdeler? dedi yine.

Ne cevap vereceğim şimdi. Ya da cevap verecek miyim? Vermeli mi, vermemeli mi? Olmalı mı, olmamalı mı? Felsefeye kafam basmıyor, daha çok küçüğüm, daha onüçüm… Bana ne be…

Bana ne darbeden? Benim şu an tek derdim, şu sıçtığımın uzun Fransızca kelimelerini nasıl yazacağım, neyin önüne “la”, neyin önüne “le” koyacağım…Monsieur yaz , mösyö oku. Mademoiselle yaz, madmazel oku! Zaten olmuşum paramparça! Ben ezberlerime bakarım, hangi fiili nasıl çekeceğim, kızlara “e” ekleyeceğim, oğlanlardan çıkaracağım, bir cümledeki her kelimeye bir cinsiyet belirleyeceğim. Derdim bunlar benim: Monsieur Chereulle, Allah’ın cezası Fransızca dersi… Tek derdim bu benim..Chereulle yaz, Şöröl oku. Oui, no bile benim için bir macera.   Bu tarz saçmalıklarla uğraşıyorum ben... Aklım buna basmaya çalışıyor, yaşıtım kızların dertlerinin yanına dahi yaklaşamıyorum. Nerede!!! Sen bana, “Sizde darbe olmuş, bir de senden dinleyelim?” , diyorsun…

Bana ne be! Sanki ben yaptım darbeyi…

O Kenan Evren’i elime bir geçirsem…Sırasıydı! Bekleseydin birkaç sene, ben şu dili kavrasaydım, da ibiş ibiş sırıtmak yerine , verecek cevabım olsaydı…Acelen neydi? 

Allahın Afrika’sında işin yoksa uğraş, elin Fransızına hiç bir bok anlamadığın bir şeyi anlat…
Nedir ulan bu sıçtığımın darbesi?

Dün annemler evde sevinçten göbek atıyorlardı neredeyse. Türkiye’nin bütün dertleri bitti, çok şükürdü… Telefon susmadı, Cezayir’deki bütün Türkler birbirlerini arıyorlardı. Türkiye’dekilerle henüz konuşulamadı. Kolay değil telefon etmek ki… Ama konuşabilenler sevinçliydi. Herkes “Çok şükür, artık kan akmayacak, “diyorlardı …Kahraman Kenan Evren.

Babam anlattı biraz olanı biteni. Anarşiyi zaten biliyordum. Bütün akrabaların çocuklarını birbirine düşüren bir şeydi bu lanet anarşi. Bizim ailede bile karşı takımlarda olanlar vardı… Birazımız sağcı, birazımız solcuydu. Bazen sağcılar iyiydi, bazen de solcular.  Ama ortak olan kötülük, birbirlerine girmeleriydi. Biz Ankara’da Siyasal’a yakın otururduk. Siyasal diye geçer kendisi, asla Bilgiler Fakültesi telafuz edilmez. Böylece ne kadar yakın olduğun anlaşılır. Siyasal ise telafuz edilen, demektir ki ya orada okuyan tanıdığın var, ya da mahalleden komşusun. İşte biz bu kadar yakındık Siyasal ile. Oradan biliyorum en çok anarşiyi. Silahlar, patlamalar, inen camlar çerçeveler, sokağa rahat çıkamamalar, hep gösteriler, hep bir savaş hali. Bitti demişti babam, çok şükür bitti. Artık çocukların canı yanmayacak… 

O halde bu kıvırcık, küstah Fransız bana neden hesap soruyordu? Ne anlatmamı istiyordu? Bütün memleket sevinirken, bu adam niye sinirlenmişti Türkiye’deki darbeye? 

-Anlat Mademoiselle (bu kelimeyi üstünde düşünmeden yazabilmek ne mutluluktur, anlatamam) Dagdeler, sen anlat… Neler oldu Türkiye’de de,  oldu bu Coup d’état? Siz bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Hep de sizli bizliyiz bu Fransız hocalarla, kibarlar vesselâm…

-Bütün memleket sevindi, demek istiyorum, diyemiyorum. Dersem ağzıma sıçacak gibi bakıyor gözlerime…Belli ki bu Coup d’état ile bizim evdeki darbe pek de aynı şey değiller. 
Gözlerimi kırpıştırarak zaman kazanıyorum, bir de öhö, öhö, boğazımı temizleyeyim. Belki bir mucize olur da, fikir beyanından yırtarım. 

İçimden , “Allahım mucize, mucize,” diye yalvarıyorum, “Bana bir darbe yolla da, memleketi kurtardın, beni de kurtar,” ama beriki meşgul anlaşılan. Beklenen mucize gelmiyor. Sadece sınıfın derin sessizliğin içinde ben bir başıma duruyorum. Şıpıp şıpır terlerimle ben. Lâfa başlayacağım, ama hem daha dün tanıştığım büyük muamma darbe kafamda bir çorba, hem de bir dolu article ile baş etmem gerekiyor. “Şu coup d’état, la!lı mı, lö’lümü” Ben daha oradayım. Başlangıcımı bile sapıtmışım, sonunu nasıl getireceğimi düşünüyorum.

Ben kan ter içinde susmaya devam edeyim, o başlıyor anlatmaya. Neler diyor bu adam böyle? Evlerinden darbe sonrası apar topar alıp götürülenlerden bahsediyor, işkenceci askerlerden bahsediyor … Kahraman Kenan Evren’e faşist dedi bak hıyara! Ay ne biçim şeyler anlatıyor? İşkence çeşitlerine girdi şimdi de…Demokrasimiz almış darbeyi meğer. Ne çok kötü şey söylüyor askerler hakkında? Neler saçmalıyor bu? Annemler neden sevinsin böyle bir duruma? Hem o askerler ülkemi kurtarmadılar mı anarşiden? Biz askerlerimizi çok severiz, lâf da söyletmeyiz, onlar hep bizi kurtarmak için bir kenarda beklerler, gerekirse darbe de yaparlar. Demokrasinin olmazsa olmaz, en fedakâr bekçileridir askerler. Biz böyle öğrendik. Gerekmese yapmazlardı bence…Netekim gerekliydi belli ki.

Komşumuz Yunanistan’a gitti şimdi, orada da olmuş bu darbeden. Neyse, dikkat benim üstümden azıcık çekilir gibi oldu, Yunanistan’a giydiriyor şimdi. Bir film gösteriyor bize sonrasında. Z. Costa Gavras filmi. Ne korkunç bir şey Yunanistan’daki darbe! Bizimki o kadar kötü değildir canım… Yoksa annemler ve arkadaşları, “Oh be, çok şükür,artık kan akmayacak,” derler mi?

Ne menem şeydir bu darbe? Bizde iyi, dışarıda kötü olan bir şeyse, nasıl bir şeydir? Bilmece gibi bir şey, orası kesin. Babam da kızacak evde anlatınca bunları…
Dünyada kötüyse bu darbe, kesin elâleme rezil olmuşuz belli …İyisi mi evde anlatmayayım, hazır sevinmiş herkes, kursaklarında kalmasın. Neme lâzım. Susayım, gördüklerimi, duyduklarımı kendime saklayayım…

Ama neden etkisi geçmiyor bu filmin bende? Ne korkunç filmdi… Amaan, film canım ne de olsa…

Ama çok korkunçtu… Gerçek hikayeymiş…Ya doğruysa..Ya bizdeki de böyle olduysa? 

Ya olduysa?

Ya Kenan Evren kötü biriyse? Çok büyük kötülükse yaptığı bize? Ne zaman anlarız bunu acaba?