Dolunay bir yandan, zeytin ağaçları bir taraftan, meleketin
tüm ibişlikleri bir taraftan, Trump’ın dünyanın içine itme halleri bir
taraftan, tam geldi derken istediğim gibi gelemeyen ik bahar bir taraftan, yaş
sebebiyle hormonlar (bunu üstü az kapalı
yazıyorum, ki tatlı annem fazla açarsam “sen ne biçim yazdın öyle, yine her
şeyin ortada” diye kızmasın diye) ayrı taraftan...
Düşünüp duruyorum yine...
Ulan, nasıl hem bu kadar zor, hem de bu kadar vazgeçilmez
şekilde harika olabiliyor şu hayat? Nasıl bu kadar dayanıklı olabiliyor
ademoğlu?
Oyuna kendini kaptırdın mı fazlaca sanırım, o zaman biraz
daha zorlaşıyor her şey. Şimdi size tüm bu tatava arasında hayatta kalma formüllerimi
açıklayacağım:
1-Rolünü “kendin” sanınca sarpa sarıyor her şey. Bu nedenle
kendini ara ara antraktta bulabildikçe, bir dinlenip, iki sigara molası, bir de
frigo yedin mi, sahnede tekrar yer alma gücünü buldukça biraz daha
kolaylaşıyor. Herkesin antraktı farklı. Sadece şunu diyebilme gücüne ve idrakına
sahip olmak yetiyor: “Abi, bana müsade, bir mola verelim.” Molada ne
yapacağınızı, ne yiyip içeceğinizi de kendiniz düşünün artık. Ne sevdiğinizi
ben bilmem. Sadece her şeyin bir koca oyun olduğunu unutmayın, havaya fazla girmeyin. Ölünce bitiyor olabilir, bitmiyor da olabilir. Zamanı gelince göreceğiz. bu konuda bir düşüncem var elbet, ama kimsenin dediğine fazla itibar etmiyorum şimdilik...
2-Dostlarla ağlayın...Önce bir frekans ayarı yapın ama. Bu önemli. Zira
hepimizin binlerce arkadaşı var, sosyal medyadan görüldüğü üzere. Bu ayar,
benzer dalga boyunda olduklarınızı belirlemek için. Ama önce kendi frekansınızı
bir sabitlemeye çalışın. Zira, çok değişken frekanslar bünyeye zarar... Bir sabitleme,
o frekansı bilme gayreti gösterin. Siz “Ahanda buldum , artık cızırdamıyor,”
dediğiniz an, diğer frekanslar kendi dalga boylarına çekilecekler. Kalacaksınız
hayat görüşünüz benzerlerle. Bir, ha
bilemedin iki, belki zorlarsan üç... Bunları hep arayabilirsiniz, ağlamaya,
gülmeye, saçmalamaya... Diğerlerine de takılmayın. Frekans önemli, ama
unutmayın.
3-Baktınız çok hüzünleniyorsunuz, ya da çok
sinirleniyorsunuz, kızdınız yine dünyaya, düzene, düzenlere vs vs...Hooop,
odağı çevirin: kendi içinizdeki kötüye, eziğe, düzenbaza, yıkana, yakana,
öfkelenene, dertlenene bakmaya cesaret
edin. Bu biraz fazla mı geldi, o zaman atlayın, şart değil. Benim formülüm bu,
dedim ya...İşe yaradığını kendimde gördüm. Bazen kendimi görüp:"Ana! Ben sahiden bu muymuşum lan?" dediğim çok oluyor, ama alışıyor insan bir süre sonra, daha az koyuyor...Tanıdıkça, daha bir sever oldum kendisini, yani başka bir Elif'i...
4-Çok mu geldiler soldan, soldan, kaçın doğaya, suya. Orada
her şey normal nasılsa. Bir bakın ağaç ne yapıyor, su nasıl akıyor, güneş nasıl
doğuyor, batıyor. Her şey nasıl yenileniyor. Her şey orada aslında, kendimizi
kapattığımız, adına medeniyet dediğimiz, çoğu saçma kurallarını kendimize
hapishane yaptığımız doğal olmayan ortamlarımız kısır. Bir işaret yok orada,
sadece düzene uymayanı öğüten bir değirmen var. Tamamen öğütülmeden önce,
elini, kolunu kapıyor insanın.
5-Cüzdanınıza çalıştığınız kadar, ruhunuza da çalışın. Zira
denge şaşarsa, işte yaşadığımız dünyaya en baba katkıyı sağlayanlardan
oluyoruz. Sonra da memnuniyetsizliğimizi haykırıp duruyoruz parlak ekranlardan.
Ve bu zehir sirayet ediyor evrene, çoğaldıkça çoğalıyor...
Beş tane yetsin bugün...
Kendi kendime hatırlattım, tamam ben deşarj oldum.
Dünya aynı dünya...Ne Isis’te kabahat, ne Trump’ta.
Biz değişmedikçe, değişmeyecek bu gariban dünya...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder