23 Eylül 2016 Cuma

ELORA DİYE BİR YER




Elora diye bir yer varmış...Tam da burada...Bu heykel de meydanından. Heykelin ismi güzel:  "A Question of Who is in Charge"... "Dümen kimde, işte mesele bu" demek. Heykeltraş Scott McNichol. 

Dümen kimde? Üstüne yazılası bir başlık...Başka yazıya inşallah. Bu durakta inmeyip, Elora'ya ve Arzu'ya doğru ilerliyorum.



Arzu götürdü beni Elora'ya. Arzu, yeni arkadaşlarımdan. Son dönemde hayatıma giren, bünyeme iyi gelenlerden biri. Project North aktivitesinde tanışmıştık. “Ben reiki yapıyorum,” demişti bana o gün.

Ne! Reiki mi?

“Bana şu enerji işlerinden anlayan birini yolla ey evren!” demekteydim o aralar.

“Ama nolur, mevzuyu abartmayan türünden yolla,” diye de eklemiştim. Evren de bana paketlemiş yolladı:

“Ahanda buyur, elimizde bir tane hazır var.” Buyurun, tanıştırayım. Bu da portre denemelerine  kurban ettiğim milyonlardan biri Arzu:





Ben o paketin bu kadar bana uygun hazırlandığını zamanla anlıyorum. Birbirimizi epey bir facebooktan takip ettikten sonra, aynı anda görüşmek istedik, görüşünce doymak bilmedik, ve görüşmeyi de şehir farkına rağmen ihmal etmedik.  Arzu üstlerde dingin, süssüz püssüz, sessiz sakin. Dibiyse görünmüyor, bana göre epey bir derin.

Arzu bir “ hospice”de gönüllü çalışıyor. Hospice demek bir tür bakım evi demek, iyileşme umudu olmayan, hatta tabiri caizse, ölümü bekleyen hastalarla işi. Arada bir Amerika’da bir inziva yerine gidip şarj oluyormuş. Kulağa tuhaf geldiğini biliyorum: “ölümü bekleyen”. Sanki bizim başımıza gelmeyecekmiş gibi... Beklemiyoruz ya...Seviyor işini, tesadüfen farkedilmiş hastalara iyi geldiği, o gün bugündür bakımevi onu, o bakımevini bırakmamış.

Neyse, Arzu beş senedir kocası ve oğluyla Guelph’de yaşıyor. Guelph buranın şirin, küçük, medeni şehirlerinden. Bal dök yala, o kadar da temiz...Yabancısı azmış Guelph’in, İngiliz göçmenlerinin yerleştiği yerlerden. Üniversitesi de var bir tane, genç doluydu otobüs. Greyhound’la gittim, Bir buçuk saat uzaklıkta Toronto’ya. Önce bana kıyak bir reiki seansının ardından kahvaltı, kahve üstü çene derken, evden çıkabildik.

Elora bir minik sanat kasabası. Elora ve Fergus yanyana iki minik kasaba, biri nerede bitiyor, diğeri nerede başlıyor anlamıyorsunuz. Ve Elora Gorge, outdoor aktiviteleriyle ünlü Grand River vadisinde bir boğaz. 

Her bir ayrıntısı oyuncak gibi tasarlanmış kasabalardan. Özenli, temiz, sanki herkes evcilik oyunundaymış gibi atmosferi. Kanada'nın çoğu küçük şehrinde olduğu gibi, hâlâ globalleşmemiş. Bu nedenle her yer film seti gibi.  Alıştığımız tabela , billboard, reklam anarşisi olmayınca, mekanlar insana daha bir "insanî" geliyor. O heryerde karşımıza çıkan nesneler yerine, detaylarında yok olmak istediğiniz mekânlar çıkıyor karşınıza. İnsana sokakta selam verip iltifat eden insanlar kendini turist gibi hissetirmediğinden, kasabanın parçası gibi takılınabiliyor...Yeşil şalvarım hep iltifat alıyor, bu nedenle hiç çıkarmıyorum üstümden.





Biz, o güzel dükkanlarda kaybolmayı başa sefere bırakıp, ilk bulduğumuz birahaneye çöreklendik. Elora Brewing Company. http://elorabrewingcompany.ca/ 

Seyahat bloggerı olmadığım için, size sadece linki veriyorum, yediklerimiz ve içerinin ışığı çok güzeldi diye sadece haber veriyorum.



Sonrasında ise karşımıza birden Tim Murton çıktı  çok matrak bir açıkhava sergisi. Biz gündüz gözüyle gördük, ama esas gece görmek lazımmış. 

Tim Elora'lı bir sanatçı, ressam, heykeltraş. 18 yıllık sanat yönetmeni, 1996'da Halloween için kağıt ve telden canavarlar yapmaya başlamış, ve her sene yenilerini eklediği eserleri kocaman bir hayvanat bahçesine dönüşmüş, ve her sene Halloeen öncesi bu aylarda Twilight Zoo (Alacakaranlık Hayvanatbahçesi) adıyla Elora Sanat Merkezinde sergileniyormuş. Size gece görüntüsünün ne muhteşem olduğunu görün diye linki de ekledim, hizmette sınır tanımıyorum bakınız: http://timmurton.com/the-twilight-zoo/








Fotoğraf makinamı arabada bıraktığımdan, telefonla çektim bunları, çok matrak bir sergiydi, ama gece görmek lazımmış diye tekrar ediyorum, gece fotoğrafları yukarıdaki linkte...Gece gidecekler haber verirse, onlara takılırım, sevinirim de...

Elora adlı bir yer varmış sahiden görmeye değer...

Bir de  Ayşe Egesoy vardı...Hatırlayanlar elime mum diksin...Nereden mi çıktı? Selfiden çıktı abi ki. Kadının programları öyle bir  buğular içindeydi ki, her seferinde "Amanın, lenslerime bir şey oldu," diye paniklerdim...İşte bu akıllı telefonlar şimdi selfi moduydayken, adına güzellik filtresi denen, hatta güzelliğin dozunu  ayarlanabilen  bir filtreyle filtreliyor insanı, buğular içinde, kırşıkları hooop diye siliveren deli bir filtre...Güzellik anlayışını şekillendiren bu "akıllı" dünyamızın yeni akıl dolu icatlarından...

Bu şekilde çekilmiş, absürdlüğünün ziyadesiyle farkında, adeta bebek poposu yumuşaklığında suretlerimizi de  Elora Hatırası olarak koymak istedim bu kısa gezimin sonuna... 





2 yorum:

  1. Gece gidip gezelim bu olağanüstü hayvan heykellerini, bir de görelim Elora akşamlarını bakalım gündüzü kadar etkileyecek mi seni gecesi.
    Ellerine sağlık valla hemen arabaya atlayp,gidip göresim geldi senin bu samimi yazından sonra.Tabi ben de Arzu ile gezmek ve bir Ayşe Egesoy fotoğrafı çektirmek isterim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. haha ayşe egesoy selfisi...gidelim, görelim , çekelim ...

      Sil