Fotoğraf: Barbara Cole
Tarık Akan’ı sevmeyen var mıydı? Adile Naşit gibiydi o. Sihirli şahsiyetlerdendi.
Birbirini asla beğenmeyen bir ulusun tüm fertlerine kendini
sevdirmeyi başarmış bir dünya güzeli. Bir sene, şu depremin olduğu sene, Kadırga
Koyu’nda yaptığımız bir tatilde plajda gördüğümüzde ne sevinmiştim “canlısını”
gördüm diye. Meğer aynı pansiyonda kalıyormuşuz.
Hayat öyle uygun görmüş ama bize göre erken gitti. Allah rahmet eylesin.
Tam da erken gitmekle, geçe kalmak arasında bir yazı yazmak
gelmişken içimden, sabah gördüm haberini.
Konu aslında gitmek de değil, geçe kalınca neler
yapmayı planladığımız.
Yaşlanmakla ilgili bir derdim olmadığını sanıyorum...Sanıyorum
diyorum, artık doğru bildiğim çoğu şey öyle büyük yalanlarmış ki, farketmeye başladığımdan beri, "sanıyorum" demeyi tercih ediyorum. En azından
panik yok- henüz...Onun yerine gündemimde zamanın daha “bereketli”,”verimli”
kullanılmasına dair uzun, derin düşünmeler var.
Eh, gelmez gibi görünen elliye dayanınca, gündem değişebiliyormuş bazen...“Ooo! 2000 mi? Ben o zaman 30 yaşında olacağım,”lar öyle
geride kaldılar ki, göremiyorum bile buradan...Ama 70’lerim, 80’lerim açmışlar
ışıklarını, “Biz buradayız,” diyor ara ara...
Gözlem severim. Bu konudaki gözlerime dayanarak söylüyorum, ilerisi için genelde şunlar
düşünülüyor sanırım elli yaş grubu arasında:
1-Ege’de bir yerde pastoral rüyalar, hayaller, rakılar,
mezeler eşliğinde deniz kenarına yayılmaca
2-Bütün nazını çekecek bir “turcu” bulup, dünyayı gezmece,
fotoğraf çekip eşe dosta göstermece
3-Evde, yazlıkta torun, evlat beklemece, beklerken facebookta,
instagramda sıradışı insanların sözlerini
paylaşmaca (sosyal medyayla ilgili kısmı ben ekledim, zira kime sorsan "sosyal medyayı azaltmalarda", ben de dahil. Yalnıznığa en kolay reçete, hiç bir gayret gerekmiyor ulaşmak için, ve çok tehlikeli yaşlanma esnasında)
4-“Yaşlanmayayım, gençken gideyim,” diyenlere de
rastlıyorum. “Elden ayaktan düşmeden, erkence...”
5-Çocuklarına "yük" olmadan, kendince yaşlılar evi
planları yapmaca (evet, çocuk-ebeveyn ilişkisinin yük olmaktan çıkabileceği böyle düşünenler arasında seçenekler dahilinde değil)
Bunların hepsinin bir ucu cazip gelse de, nedense içime hiç
biri sinmiyor benim.
Öncelikle erken gitmek istemem, neme lazım, gidip de bir
daha gelememek var. Her ne kadar kalbim “İnan, bu tek hayatın değil,” dese de,
belli mi olur? Ya “başka hayatlar,” külliyen yalansa? Zaten, şu anki
donanımımla hepsi üstünde hükmüm yoksa, benim için bu yalan hayat yegâne olan şu an için. Ve
kıymetli... Ve eğer bir yanımız ebediyse dahi, ben mümkün olduğunca çok kalmak
istiyorum bu yeryüzü deneyimimde, ruhen ve bedenen olabildiğince sağlıklı olarak tabi. Seviyorum burada olmayı.
Sonra, çocuk, çoluk konusunda, "hayat tarafından" diyeyim de
arıza çıkmasın, eğitilmekte olduğumdan, o konuyla ilgili şöyle düşünüyorum: Kızımla ilgili yegâne hayalim: istediği hayatı yaşaması. Bizim bağımız ebedi, bu dünyada en çok dilediğim, özgür hissetmenin ne olduğunu tadabilmesi.
Gezme, tozma kısmı en cazip kısmı olsa da, o şekilde turlamaca işi, bana içine bir türlü sığamadığım, gdiderek uzaklaştığım bir yaşam biçimini hatırlatıyor. Yapanlara sefaları bol olsun diyorum. Gezeceğim, orası kesin, ve bunun bana daha çok uyan başka vesilelerle ve şekillerle olmasını diliyorum.
Pastoral rüyalar da hoş, itiraf edeyim. Arkası orman, önü masmavi sonsuzluk...Ama pakette bir boşluk var burada da...Böyle bir yer olsun, ama sürekli olmasın, araya başka şeyler alayım. Beni gezdirsin, tozdursun. Üstteki paketle bu paket bir dengede olsun, ve ikisi de başka bir şeye sahne olsun...
Aslında, sizi yenilerde tanıdığım, benim için iki ilham verici Kanadalıyla tanıştırmak için yaş konusunu açarak başlamıştım yazıya aslında, laflar başka yerler aktı. Uzatmadan değineceğim şimdi, Beni heyecanlandıran altmışlar, yetmişlerini yaşayan kadınları tanıştıracağım... Yaş almanın imrenilecek bir şey olduğunu bana gösteren kadınlar bunlar.
Geçen sene Le Petit Prince balesinin broşür fotoğraflarına
hayran olmuştum, “Bu, bu, nasıl bir şey bu?” deyip şaşırmış, neticede senelerdir
hep dilimde olup eyleme geçiremediğim fotoşop olayına beni biraz daha
yaklaştırmıştı bu rüyamsı fotoğraflar.
Fotoğraf: Barbara Cole
Bu sene, üyesi olduğum Toronto Camera Club’ın ilk misafiri o fotoları çeken ilham perisiydi. Adı Barbara Cole. http://barbaracole.com/
Buranın ünlü fotoğraf sanatçılarından.
63 yaşında. Su altında çekmiş o
destanları. Ve bu sene dalış brövesi almış kocasıyla birlikte, okyanısta
dalabilmek için. Dedi ki:
-Yeni şeyler yapmam lazım, dalmayı bu nedenle öğrendim.
Üretmek üzerine bir hayal. 63 yaşında daha.
Geçen sene de aynısının yetmiş yaşındaki başka bir versiyonu
gelmişti kulübe konuşmaya. O da kendini geri dönüşüme adamış, çöp fotoğrafları çekiyor. İlginizi
çekerse, ismi Heidi Leverty. http://www.heidileverty.com/biography
Elli yaşında fotoğraf çekmeye başlamış, "Anca sıra geldi," demişti. Geri dönüşüm fotoğrafları çekiyor, dünyanın her yerinde fotoğrafları sergileniyor, ve geri dönüşüm konusunda aktivist.
fotoğraf: Heidi Leverty
Tarık Akan erken gitti sahiden, ama samimi bir hayat yaşadı, kendisini yaşadı. Bizi hayran bıraktıran şey de bu aslen.
Ben de bu yaşımda, ileriyi azıcık düşündüğüm dönüm noktasında (her sıfırla biten yaş, kendimizce bir dönüm noktası oluyor sanırım), şu yağmurlu Toronto gününde, kendimce kendime gaz vermekteyim...Ha, bünye müsait mi, alır o gazı uçar gider mi, yoksa, makina olayı kavrayamaz mı, bilemem...Şu an, ileri yaşlarımla ilgili bu seçeneklerin kalbime çok dokunmasını seviyorum.
Şu yalan dünyanın tüm karamsarlığında yüzümü çalışkan insanlar, hayalleri olan insanlara çeviriyorum...
Büyüyünce onlar gibi olmak istiyorum...