Neden herkes senden aynı şeyi diler de, herkes hep aynı şeyleri
dilediği halde şimdi olduğumuz hallerde buluruz kendimizi?
Herkesin dilinde birlik, barış, huzur vır vır danır durur
da, bunu dileyenler birbiriyle bir türlü anlaşamaz?
Barış diler bütün diller, neden bu dilek hep dillerde
oyalanır? İnemez kalplere...Bir de dilemeseler ne hallerdeolacağız kimbilir...
Şartı olur mu barışın?
“Birlik” herkesin dilinde neden üçe, beşe, ona bölünür, bir
türlü aynı BİR olamaz?
Dinlisi, dinsizi, demokratı, teokratı neden herkes illâ da
benim dediğim de benim dediğim diye tepinir de gürültüden duyamaz hale gelir
karşısındakini?
BİR olacaksak, neden kabullenemez “ötekini”?
Tepemizdeki çatı bir, bastığımız toprak bir, soluduğumuz hava bir...Sözde bölen adem eli...
Aynı “safta” görünenler dahi birbirini anlamaya çalışmaz,
bırak anlamayı “diğeri”ni ?
Almanya’ya çalışmaya giden kadınlar vardı bir zamanlar. Beni
çok etkilemişti bu, çünkü anneannemin bir arkadaşı vardı. Torunuyla yaşardı, ve
herkes o toruna ahlar, vahlardı. Üzücüydü, çünkü annesi sağ olduğu halde
yanında değildi. Almanya’daydı, çalışmaya gitmişti. Öyle çaylar kahveler içilir,
tığlar, şişler tıkır da tıkır, tıkır da tıkır işlerken, benim çay içme müsadem
olmayan “gün”lerde annem ve gün arkadaşları bahsederken duyup etkilendiğim bir
şeydir bu benim.
Neden çay içmezdim, sorun bir kere... Çünkü annem
hoşlanmazdı öyle zırt pırt çay isteyen arsız çocuklardan. Bu nedenle bana tümden
yasaktı. Nokta. Bu detay anlatacaklarım için önemsiz, ama benim içim kıymetli
bir detaydır, bundan girdi araya...
Bu kızın annesi para kazanmak için gitmişti yavrusunu
annesine bırakıp. Ve bir dolu kadın gitmişti Almanya’ya o zamanlar, erkeklerden
bana ne...Tarihe geçtiler hepsi...Almanyadan gelirken sabun getirirlerdi, bir
de çukulata...Onlarla birlikte tarihe geçen yakınca uçları ışıl ışıl yanan,
incecik incecik yaylanan kablolardan, bir zamanlar denizanasına benzettiğim
lambalar vardır bende kalan...
Kerem, benim koca, yılbaşı tatili için geldiği Toronto’dan
ayrılınca geldi aklıma bu tarihe Almanya’ya çalışmaya geçen kadınlar.
Bizi de anlatacaklar yıllar sonra, dedim...”Çocuklarını
okumaya Kanada'ya götüren kadınlar”. Az değiliz, sosyal bir hareketin parçasıyız çünkü, büyük bir göç hareketinin parçasıyız...
Ne diyebilirler acaba? Dedim sonra.
İçim gülümsedi...
“Çocukları okutmaya götürdüler, iyi de yaptılar” denebilir...
“Çocukları okutmaya götürdüler, hiç iyi yapmadılar”
denebilir...
Bunu herkes nasıl anlatmak isterse öyle anlatacak...
Ve yine herkes ne anlamak isterse anlayacak...
Bizi kim nasıl anlatmak isterse öyle anlatacak muhemelen,
tarihe malolmuş her şey gibi, her olay gibi...
Hepimizi aynı kalıba sokup genelleyecekler...Almanya’ya
gidenlere yaptıkları gibi.
Ama bir tek biz, bunu yaşayanlar bileceğiz bunun nasıl bir
şey olduğunu: ne tam göçmüş, ne tam kalmış, arafta geçen günlerin getirdikleri,
götürdüklerini biz bileceğiz...
Ve bir tek biz anlayacağız, çok yakın olmadıklarımızın dahi
nasıl kalplerinden geçeni kendi kalbimizde hissedebildiğimizi...Kırk yıllık
dostmuşuz gibi...
Geçmişi uzun olmayan arkadaşlıkların nasıl kuvvetli olabileceğini
bir biz bileceğiz, asker arkadaşı
misali... İçlerinde yapı olarak en uzak olduğumuza dahi nasıl empati gösterebildiğimiz aklımıza geldiğinde hoşumuza gidecek...
“Uzakta bıraktığımız eşler dostların kalplerine ırak düştük”,
diye hissettiğimizde, hiç olmadık yerde nasıl birbirimizin aklına gelebildiğimizi
bir biz anlayacağız...
Tarih ne derse desin, bir tek biz bileceğiz bu günleri...
Savruluyor evrene rastgele günaydınlar, mutlu yıllar,
geçmiş olsunlar, iyi dilekler... Ve beddualar, kızgınlıklar, hüzünler...
Önce kalbe düşecek harfler, yanyana dizilirken heyecanla, çok
dikkat edilecek.
Kalp duyacak önce, müsade edecek: “Buyrun,” diyecek, “kapıyı
açtım, çıkın yola, haydi uğurlar ola.”
Sonra elele verecek harfler, yükselecekler. Göğüs kafesinden
yavaş yavaş geçecekler.
Dile yaklaşınca bir soluklanacaklar. Yol boyunca bir
değişiklik oldu mu hislerde, bakılacak. Bazen vazgeçilecek belki, diyecekler: “Yahu,
bu kadar önemli mi? Gelin dönelim yerimize... Bir katkımız olmayacak ki ne
geldiğimiz kalbe, ne gireceğimize”.
Bazen de diyecekler: “Tam zamanı, tam havası, tam yeri...
Işığımız, sıcaklığımız, güzelliğimiz tam kıvam... Hadi tam zamanı... Güç bizde artık! ”
Arkadaşım Gülin’den duymuştum, ona da anneannesi dermiş: “Yavrum,
boğaz dokuz boğum, ağızdan çıkan her şey, her boğumda demlenecek.” O zaman da
güzel gelmişti bu laf. Anladım sanıp beğenmiştim, ama sanırım daha yeni
anlamaktayım derinliğini. Anlamanın da kademeleri olduğunu farkettiğimden
beri...
Ağızdan çıkan her şey çok kıymetli...
Az evvel sosyal medya turumu tamamladığımda yazmak geldi
içimden. Yine en çok kendime yazdıklarım, hep diyorum bunu... Zaman akışında
sıralanmış her bir üzüntü, her bir kızgınlık, her bir tebrik ifadesi aslında
sahibinin sanıyoruz, ama değil. Hepsi dünyaya karışıyor, herkese sirayet
ediyor. Dalga dalga süzülüyor. Sert, keskin olanlar kimimizin katılaşmış
yerlerine değince acıtıyor, sarsıyor. Güzel olanlar sarıyor sarmalıyor,
tebessüm ettiriyor. Kalpten telaşla, yüzünü bile yıkamadan çıkmış sözcükleri ayıklıyabiliyor
kimi kalpler, kimiyse ayıklayamıyor.
Yayılıyor dünyaya, günümüze...Hızla geçen her ana...Dalga dalga...
Bir şey yapmak istiyor ya bütün kalpler bu kabulü zor dünyaya, işte tam da zamanı farketmenin...
Nasıl ki bir şey imzalamadan önce uzun uzun okumalı , bir tartmalı imzalamalı mı imzalamamalı mı, bir zarar görür müyüz, görmez miyiz bir imzayla anlamaya çalışmalı...İşte öyle bir şey ağızdan çıkan söz de ...
I had no time nor energy to
think so deeply about it, since I was so busy struggling with the pressures of
a really difficult and demanding mother. I was either busy hating her, or
fighting her, or lying to her, just to ease the situation, to make life bearable,
supportable. Hating someone is already very painful by itself, it always ends
up with a terrible feeling of despair. And when that someone is your mother, it
is such a dark dungeon, the only way to escape is to admit that hatred, which
is worse than burning in hell. But only those who dare to say that outloud can
find a way out of that prison.
I do not have the intention
of telling you about how unhappy I was. Since it seems really far away now, so
far that I cannot even describe it correctly… But as one who has finally
escaped, I can tell you how miraculously it faded away as a nightmare, so long
forgotten…
The magic happened after I
really wanted to get rid of that burden… When I say, I really wanted, I really
wanted from the very deepest part of my
heart. I even remember the night I felt that wish coming from the deepest part
of my being, the night I prayed so intensely. My terrible, distorted, twisted
relation with my mother had started to kill me more after the birth of my
daughter. I found myself often behaving like my mother, and I could not even
help it. The fear that my daughter also would not hug me with love, as I could
never hold my mom in my arms without feeling a disgust, was so petrifying. I wanted her remember me as
a “good mother”, not as I would remember my mother, and it seemed that there
was no chance since I was becoming more and more like my mom.
It was a beautiful warm night
in spring and there I was , tearing down so sadly, so miserable I was, I wished from a part of my heart that was
unknown to me till that night, for my very precious girl not to hate me as I
hated mine.I kept on asking where was the mistake, what was I doing wrong…
Only those who pray from so
deep know that kind of prayer. I believed somehow that it could be possible,
just a slight feeling it was.
Then what happened is a really
worth to tell…
Every single friend of mine
was persuaded that there was nothing wrong with me, my mom was malfunctioning,
and nothing would change, that most of
the mothers were also almost like that anyway… Since she would not change
whatever I do, life was supposed to go on like that…forever and ever..My
brother also, who had suffered as much as I had, was among those persuaded ones.
I was 45 then. Now I am
almost 49.
They were all wrong.
I was right. It was possible.
She would not change, but I would…
I told you, I never had any
therapy of any kind. But what happened is, I started to meet people, different
than the ones I knew till then. They
started to tell me about things I did not know till that age. I did not look
for them, it was as if they were passing by, just to stop near me, to tell me
“new things”. Now many of them are so precious to me, some became real good
friend, filling in the gaps formed by the old ones who started to fall off my life unexpectedly.
While I was trying to
understand my mother, I started to understand myself…It was tough at the
beginning, hurt more than my hatred, I assure you…But there was always a guide
nearby, like a torch lighting up my path, who held my faith, even at times when I wanted
to drop it, and go back.
One of them gave me a book,
which totally turned upside down my notion of ego; another remodeled my way of
looking at the stars, taught me how to follow their guidance; one other told me
that the road was a very lonely and rough one, but assured me that I would have
the correct hand stretching out at perfect moment, and there were rewards
waiting for me around some corners, that I would no longer want to quit that
path. Another made me aware of my chakras, taught me how to loosen my body
all tightened from the burden of 45
stressful years. Some whispered me the value of silence, some whispered “go on Elif, there is no longer
turning back.”
Then I started to know more
about regression therapies, family constellations, etc. But I
never had any money to spare for those things, which I believe are very useful…
Instead I came across magnificent movies, books, even dreams like the ones I had never dreamt before and then I started
to remember things I did not even know
that I knew…I started to understand more, and forgive more as I knew more…I
knew more the “why”s of having such a mother, as well as having such friends
who got off my train on the way.
That is exactly what happened after the prayer
of that night of May, 5th, 2012.
My relationship with mom changed totally. She
is still a very difficult person. But I know now the reasons of her behavior, I
can see her real self, my dearest companion beyond her scars. My reactions are
totally different. The most important of all: I can hug her with love, although
she still really can get on my nerves as she always did. Nothing seems to have
changed actually, but at the same time, a real lot has changed. I am no longer
the victim; no one is ever the victim. We are all living the life that we are
meant to live. It is up to you to choose
to learn the rules well, thus
enjoy the game while we are here anyway…
Last year on my birthday, I got the biggest present of my life. My mom called me to say she was sorry for
everything, that was a real shock for me. She had read many of my writings on
my blog, especially the ones written at the beginning of my journey, full of
complaints, pain, tears.
She has her own facebook account at the age of
80, the kind of mom that everyone “loves” to see on social media, putting her
nose in every detail, making remarks on all comment. We have to be really
careful as a family. My friends had
warned me that now the internet monster
she had become, she could reach my writings. I had thought of erasing some of
my essays where she had the leading role as the wicked witch. Then I
decided not to. If she was meant to find them, she surely would find them. And
that would have a reason.
There she was, at the end of the phone, last
winter, day of my birthday, asking me
how I would remember her.
I felt my heart smile at that moment. The reason was evident…
And I told her:
“I will remember you as my favorite witch, who made me who I am
today. I will always be thankful for that.”
Thank you for all you have done for me mom…
I love you.