3 Aralık 2014 Çarşamba

BEN KİME ÇEKMİŞİM, BİLİN BAKALIM?

yaşasın engelliler günümüz...



ÇOK SEVDİĞİM AMCAMA...

Eskiden, o sadece şeker ve kurban bayramlarımız olduğu günlerde, geri kalan günlerin gayet sıradan anlamları varken, saatli  maarif takviminde cemreler düşer,  fırtınalar olur , sıcaklar artarken, biz daha başka özel gün bilmezken, kimselere engelli demez, kör, çolak, topal, sağır falan derken, ben daha çocukken benim hayatımı derinden etkileyen bir akrabam vardı. 

Hala da var çok şükür.

Benim bir kör amcam var.

Birkaç senedir sosyal medyada yoğun ve hoş bir şekilde kutladığımız bu günde, her seferinde anarım kendisini. Hep güzel anarım. 

Bu kez yazayım da herkes bilsin istedim. En çok da kendisi bilsin istedim. Bendeki yerini bilsin.

Amcama kör dedim, evet neredeyse doğuştan kör. Engelli lafını sevmez, sözcük ilk popüler olduğunda çok dalga geçmişti. “Kör” sözcüğünden hiç rahatsız olmadı. Biz de olmadık. Sadece aileye yeni bebekler geldiğinde önce az şaşırdılar, onlar da kısa sürede de alıştılar.

Ben de sevmiyorum bu “engelli” kelimesini. Sevmediğim kelimelerin listesine de başlayayım hemen. Çünkü amcam sadece görmüyor. Toplumumuz sosyal medya hassasiyetini gerçek hayata da uyarlayabilseydi, onların farklılıkları engel olmaktan çıkacaktı. Ben eminim o körlere yürürken kılavuz olsun diye tasarlanan taşları ibiş gibi ağaçların ortasından geçirten sorumluların karıları, çocukları falan da kutlamıştır bugün engelliler gününü hararetle, belki de en duygusalından bir görselle. Kendileri bile kutlamış olabilirler vallahi, ya da onların bu ibişlikte parmağı olduğunu bilen ama ses çıkarmayan arkadaşları, eşleri dostları. Bizde herkes her şeyi görür, karanlık işlerde parmağı olanlar bilinir, ama  hep kol kırılır yen içinde kalır. Sıçtığımın yeni.. .Pardon, ağzımı bozdum, ama bu “yen” konusu da roman olur. Örtbas etmenin kibarcası. Örtbas edilme fiili varsa, ortada kabahât da vardır. Engel  kabahât çağrıştırıyor, ondan sevmiyorum amcama engelli denmesini  (kabahât suçtan daha çok sevdiğim bir  kelimedir). 

Ailenizde “engelli” varsa, hele kör varsa şanslısınızdır. Farklılıklara takılmamayı erkenden öğrenirsiniz. Sonradan öğrenmek gibi üstte eğreti durmaz o zaman. Biz şanslıydık. 

Bir kere çok küçük yaşta başka bir dil öğrenmiştik. Amcam Braille alfabesini yazmayı okumayı öğretmişti bize. Kimsenin anlamadığı bir dil gibi bir şeydi. Metal plakalarla, ucu iğneli kalemle yazardık. İmtihan ederdi bizi. Yani beni, çünkü kardeşim daha küçüktü emin değilim onun öğrenip öğrenmediğinden, çünkü Murat eğitim hayatının başlarında öğrenmeye çok direnmişti . Sonrasında da, akıllıymış,  benden önce eğitim karşıtı oldu.

Bana hep “Bunun zekası amcasına çekmiş, “ derlerdi. Yani amcam çok ama çok akıllıydı. Sonra onun da ailemizin ve genelde tüm ailelerin yaşlanmaya başlayanları gibi pek tasvip etmediğim hareketleri oldu ama o kadar olur. Şaka şaka, amcamı kızdırmak için yazdım bunu. 

Amcam nerdeyse doğuştan kör. Yedi yaşına kadar ışığı varmış, sonra tümden kararmış gözleri. Ama o içini hep aydınlık tutabilmiş ender insanlardandır. Hep neşeliydi, hep komikti. Hele körlüğü üzerine yaptığı espriler herkesi kahkahadan kıvrandırırdı.

Hukuk üzerine Amerika’dan burs alıp, gidip master yapmıştı. 

Benim için amcam, keşfe aşık öncü birlik gibiydi hep. Benim için tüm  ilklerde hep onun izi vardır. 

Sonradan poposunu delip çiş yapan bebek yapmaya kalkıştığım çok sevdiğim ilk uzun saçlı , yumuşak etli bebeğim: Amerika’ya  giderken Belçika  aktarmasından yollamıştı.

Plastik poşet bile bilemzken,  bakkallar kesekağıdı kullanırken, teknoloji harikasıi ilk kırmızı plastik yağmurluğum: Amerika’dandı. 

Herkes örgü mayo giyerken ilk sapsarı mayom, nasıl güzel bir renkti, hala gözümün önünde, kör kör seçtiği renk güneş rengiydi: Amerika’dandı.

Siyah beyaz küçük ebatta fotoğrafa sadece meraklısı aşinayken, ilk renkli fotoğraf: Amerika'da okulunda kızlarla çimenlere yatmış fotoğrafları vardı.  

Yeşil minik lambalı, açtığında ısınmadan çalmayan radyodan başka şey bilmezken, ilk kahverengi önü ızgaralı Grundig radyo teyp. İlk kaset.

İlk satranç öğretmenim. Amcam ve arkadaşları kafadan oynarlardı. Tahtasız. Bana ve kardeşime O öğretti satrancı. Taşların altlarında çivileri vardı, kareler de alçaklı yüksekliydi. Kardeşim sonra aldı yürüdü, yarışmalara falan katıldı Murat. Hâlâ da bakıyorum facebookta satranç dedikoduları paylaşıyor. Öğrenmekte zorlanmadığı ilk şey oldu sanırım satranç, ve bu sayede rüştünü ispatladı. Çünkü eğer satranç girmeseydi hayatına, adı çıkmıştı dokuza…

Amcamdır ailede tek müzik enstrümanı çalan. Cümbüşü vardı. Makamlardan anlardı. Müzisyen başka arkadaşları vardı. Müzisyen kör deyince bizim çocuklar ya Stevie Wonder’ı ya da belediyenin sokaklarda şarkı söyleyip, para toplamalarına müsaade ettiği ağlak kör şarkıcıları biliyorlar. Arası yok. Çünkü devletin deyimleriyle “engelli” ye duyarlılık böyle bir şey bizde. Duygu sömürüsü üstünden. 

Bir de telefon, adres, her şeyi ezbere bilirdi. Kimse kağıt kalem kullanmaz, not almaz, herkes her şeyi ona sorardı, eskiden Hz. Google yokken. 

Hatırlıyorum Ankara’da işine yürüyerek giderdi. Gidebilirdi. O “engelli” leri senede bir gün bile anmayan eski günlerde bu mümkündü. Sokakta bastonuyla yürüyebilirdi. Bugünse kendi başına çıkması imkansız. 

Şanslıysanız , ailede böyle biri varsa, çok küçük yaşlarda başlıyorsunuz insan ayırmamaya. Gerçekten ayırmamaya. Ayırmıyormuş gibi yapmak kolay, gerçekten ayırmamak zor olan. Farklı olanı kabullenmek ve normal karşılamak size en normal olan şeymiş gibi geliyor. Başka rengi, ırkı, başka huyu, suyu, güzelliği, çirkinliği, eksiklikleri, fazlalıklar ayırmamak çok zor. “Sevgi içimizde”.  Evet. Ama facebook dışında, gerçekten  içimizde olması gerekirken, engellilere bir günü ayrırarak  bu ayırımcılığa çanak tutuyoruz. ” Engellilere dikkat çekmek” ne demek allahaşkına? 

Engeli mengeli yoktu amcamın. Kabahâti  de yoktu. Sadece farklıydı. 

Gözünde ışığı yoktu, ama renkleri öyle kuvvetliydi ki, ben ilk renkli insan onu gördüm.

Bir şeyi eksikti belki, ama başkalarına göre çoğu  şeyi de  fazlaydı. 

Tüm engelli dedikleriniz de böyle. İstisnasız böyle . Kimi şeyleri eksik, kimileri fazla. 

Sizin gözünüze eksik görünüyorsa birileri, o zaman en sevdiğim cümle geliyor, hazır olun: siz ne kadar tamamsınız önce ona bakacaksınız. 

İşine gelmeyen kimseleri iplemediği gibi, sakatını da iplemeyen güzel memleketimin bu konudaki basiretsizliğinin üstesinden gelmeye çalışan bir dolu kuruluşu var,  Allah’tan var. 

Normal hayattan ayırıp evlere hapsettiği bir dolu bireyine karşı saymakla bitmez bin bir kabahâti var ülkemin. Yönetenlerinin. Bizim. Hepimizin. Biz engelsiz görünenlerin. 

Kimde esas engel= kabahât sizce dersiniz? İşte böyle düşününce esas, Engelliler Günümüz kutlu olsun. 

Şimdi bana kızacak, "Kerata aramıyorsun," diye. Amca, yarın takı partim var, öbür gün arayacağım...  



1 yorum: