8 Aralık 2014 Pazartesi

HAY SİZİN DİNİNİZE! ÇOK LAZIMSA BENİMKİNİ VEREYİM...


"Bir yalanı yeteri kadar tekrar ederseniz,  din olur, politika olur" BANKSKY


Hay sizin dininize! 

Demek istiyorum…

Sonra bir ses geliyor içimden: “Şşşş! Yakışıyor mu Elif?”

Onların dini anamın, babamın, anneanneminkiyle aynı. Bende de sadece üç kuluvalla kalmıştı, o da acil durumda pencereyi  kırınız misaliydi… Onsuz olmuyordu, onunla ya da onsuz olunması da gerekmiyordu. Şimdi o üç kuluvallanın bir anlamının olduğunu, o anlamın da "müslüman" hissetsen de , hissetmesen de, tek ve evrensel bir anlamı olduğunu, ve onu anlamanın herkese nasip olmadığını az buçuk idrak ettiğimden beri bütün mevzu değişti bende...

“Dinden imandan soğuttular adamı” durumu ahanda tam da budur. 

Minnak kalplere inanç kisvesi altında doldur çöplüğü, ezberlet korkunun kanunlarını. Korkudan altlarına işesinler geceleri.

Hacı kızıyım. Babama katılmadığım binlerce şey vardı zamanında, şimdi haksızlık ettiğimi düşündüğüm hatta. 

Ben küçükken de çok geveze(YD)im. Yatarken dua ederdim, hep de ettim, hâlâ da ederim. Ama yatınca da susmazdım, Murat’la aynı odada yattığımız zamanlardı, onu da uyutmazdım. Bana derlerdi ki: “Bak dua ettikten sonra konuşma, günahtır.” Masum bir annece önlem, napsın, sabah okul mokul var, uyumam lazım.  Ben de dayanamazdım, konuşurdum, sonra tekrar dua ederdim, sonra tekrar konuşurdum, tekrar tekrar dua ederdim. Ne ızdırap! Dön dolaş dua et, yorulup  sızana kadar . Neden korktuğumu tam da bilmeden bir şeyden korkardım. Şimdi düşünüyorum korktuğum şey hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ölüm değildi, canavarlar, ateşler, cehennem falan değildi. Bilmediğim bir şeyden korkardım. En fenası. 

O minnacık kalplerin hepsinin hissedeceğini biliyorum.  Benim sadece birkaç günah korkum vardı. Allahtan. Bizim evin günahları basitti:

-kedi, köpeğe, hayvanlara eziyet : şırıngayla sineklere su sıkıp patlattığımızda öğrenmiştik bunu,

-yemek beğenmemek, artırmak, dökmek: bizim nesil tabakta kalan  pirinçleri saymayı iyi bilir, çocuk hesabı buna göre yapılırdı eskiden,

-bilerek kötülük yapmak, hep bilmeden yapardık zaten,

-dedikodu yapmak, iftira atmak= hassas çizgi vardır arada. Zaten hiç dedikodu yapmazdık, babamın dedikodu dediği şeyler hep gözlemdi bize göre. İftiraya gelince,  zaten atmayız sanırdık, gözlem kisvesi altında yorumun, yargının ağababası yapılırdı. Hâlâ da üzerinde en çok uğraştığım konumdur: yorumsuzluk, yargısızlık,

-çalmak=senin olmayan bir şeyi almak, zordu çünkü ne senin, ne senin değil karıştığı olurdu. Hak görür insan kolaycacık. Düşünmez. İlk işimden eve post-it getirdiğimde çıkan kıyameti size anlatsam, bunun gerçek bir günah olduğunu anlardınız. Gitmeme gerek kalmamış,  cehennem bizim eve gelmişti.  Görmemişiz napalım, sarı sarı, küçücük, çaldığımı düşünmeden almıştım. Bir kez  de 13 yaşımdaydım.Cezayir’de tuvalet kağıdı enderdi, bulunca stoklardık. Bir ara yine hiç yok piyasada, biz de yemek yemeye güzel bir otele gitmişiz. Tuvalete bir girdik, ne görelim: dizi dizi tuvalet kağıtları! Çok sevdiğim Seta Abla'mla birlikte bir sürüsünü çantaya indirip eve gelince  sürpriz yapmaya kalkmıştık. Babam dellenmiş, hepsini çöpe atmıştı. Annem de “Bari olan olmuş, çöpe atmasaydık, kullansaydık,” diye yalvarmıştı. Ama tabi ki muavvafak olamamıştı, tuvalet kağıtsız, ama aynı zamanda günahsız kalmıştık, 

-intihar etmek – bu uyması en kolay olanıydı, çünkü neden intihar edecektim ki? Sebep? Ayıptır demesi, intihara teşebbüsüm hiç olmadı.

Bu kadardı normal bir Müslüman ailenin günahları. İçki, domuz yemek  falan da pek net bir şekilde  girmezdi bunların arasına. Babam içmezdi, yemezdi o ayrı. Ama teferruata takılınmazdı. Biz de Murat’la misafirlerin içtiği rakıların şişe diplerini dikerdik kafaya. O şişeler firijiderin  yanına dizilirdi, ertesi gün, ertesi gün hep içine bir iki damla süzülür, tekrar tekrar dikerdin kafaya. Rakıya düşkünlüğüm çocukluktan kalmadır. Alkol, bizim, yani babamın kâle aldığımız günahlardan değildi demek ki. Görmezden gelinebilecek günahlardı. büyüdüğümüzde de içmemiz söylenirdi sadece. Gidereke daha az içiyorum zaten, babam görüyor, seviniyordur eminim.

Hacıydı babam dedim ya, dahası var mı? Bizim hacılı hocalısından  dinimiz bundan ibaretti. Bizim evdeki Allah pek cezacı değildi. İstersen verirdi, cömertti hep. Hâlâ da öyledir kerata… Bakın , korkmuyorum, kerata diyorum kendisine. Çünkü aldırmaz öyle şeylere. Güler bile. Ben hâlâ insanın ermişini hemencecik anlarım: esprili olurlar, hiç de hayal ettiğiniz gibi "ağır abi" takılmazlar. Bir de darda olunca yetişirdi. Biz hiç darda kalkmazdık bu nedenle. Biz  kendisine bok atsak da, babamdan torpilliydik  o zamanlar, hep iyiliğimizi isterdi. Sonra miras kaldı sanırım bu torpil. Kötü şeyler de olurdu evimizde. Olmaz mı? Her evin derdi tasası bar kendince. Ama dua ederdik akşamları, ferahlardık. Rica ederdik, isterdik, hayrımızaysa yapardı, değilse beklerdik zamanını. 

Dünyanın tüm güzellikleri onun sayesindeydi. Bu da anneannemden öğrendiğimdir. Çiçekler, böcekler, okyanuslar. Kendisi bir Jacques Cousteau hayranıydı. Bir tek onları seyrettiğini hatırlıyorum. Bir de beraber Heidi'yi seyrederdik. Heidi de benimle aynı dinden, bu arada...Bütün çocuklar aynı dinden aslında, ta ki ana-babaları, okulları onlara sen "en şu dindensin, briki ötekinden" diyene kadar.

Büyüdükçe kötülüklerin farkına daha çok vardıkça araya mesafe koydum. Kendisinden bir müddet soğudum. Öğreniyordum. Hayatı. Kafam karışıyordu öğrendiklerimden. Ama benimkisi cilveymiş… Asla sevgimiz bitmemiş.  Adını koyduktan sonra mevzunun, aradan dini  kaldırınca aramız düzeldi.

Bu nedenledir işte:  “Hay sizin dininize!” 

Ben “Hay sizin devletinize!” de karşı böyle hisler taşıyorum…

“Hay sizin bir kağıda tapan düzeninize!” de boş değilim…

Yerine benimkileri öneriyorum hep...

...de, kitlem küçük…

“Sorgusuz sualsiz yaşa” diyor sistem. Tek gereken koyun kafalar, ki çark tıkır tıkır işlesin. 
Din önemli bir bölümü. Tap bir şeye, fark etmez ne olduğu: güneş, çiçek, böcek, kutlu insan, peygamber. Taptığın şeyden korkmak ise esas. 

Korkma diyeceğim, ama ademoğlu korkmadan yapamıyor . Allahtan kork, günahtan kork, cehennemden kork, mikroptan falan da kork ara sıra, hasta olmaktan, kaybetmekten kork, ölümden kork… kork ki çark işlesin. Tıkır tıkır işlesin… İtici gücü korku o makinanın.

İşsiz kalmaktan kork, evsiz kalmaktan kork, şeriattan kork, “çocuklar ya okumazsa”dan kork. Düzeninin bozulmasından kork. Alıştığını kaybetmekten kork, değişimden kork. Korkunun hayal gücü geniş. Kork ki işe yara. Korkmazsan , yönetilemezsin.

Ben nasıl güveniyorum hayata, herkes de güvenebilirmiş gibi geliyor.  

Devlete  değil, hayata güven.

Aileye, eşe, dosta falan değil,  hayata güven. Kendine güven. 

İçinde rahat ettiğin düzene değil, hayatın kendisine güven.

Dinine, dinsizliğine değil... Sadece güven...

Biz korkmayı kesersek bunların oyunu bozulacak. Belki neticeleri uzun vadede göreceğiz, ama buna kalpten inanıyorum.

Ve ağzık dolu dolu diyorum ki: 

Hay sizin dininize! Çok lazımsa, benimkini vereyim...Korkmayın, alın tepe tepe güvenin...

2 yorum: