6 Kasım 2014 Perşembe

TAYYİP'İN DE EVİNDE BİR ODA EKSİK


“Kime sorsan evinde bir oda eksik” 

Özdemir Asaf’ın ilk sevdiğim şiiridir bu dize.  Çok sevmiştim. Küçüktüm. “Ne çok şeye uyuyor ,” demiştim…

Babamın bir şey istediğimizde: “Kanaatkâr olun!” demesine sinir olduğum yıllardan bahsediyorum. Dilinden “Her şeyimiz var çok şükür,”ü düşürmezdi. Cezayir’de şirketin en üst düzey yöneticisiydi, Fransa’ya gidilir araba alınırdı o zamanlar. Biz heyecanla herkesteki gibi bir araba beklerken, gidip kendisine Renault 4 almıştı. Bir klasik! Yaşı yetenler hatırlar, bir  Louis de Funes filmlerinde,  bir de bizde vardı. Koltukları şezlong kumaşındandı, arkada kımıldamadan oturmamız gerekirdi, yoksa habire şoförü dürterdi dizimiz, yerdik zılgıtı. Biz kendimizi ezik hissedip vızıldığındandığımızda ise (genelleme özellikle yapılmıştır, kalp kırmamak içindir, anlayan anlar) “Dört teker değil mi? Bu yeter,” derdi.

Ona her şey yeterdi. Ve bu yeter  denen şey genetik sanırım. Fazlası genel olarak hep batmıştır bir yerlerimize. Herkese o “yettiği kadar” yetse keşke… 

Bu nedenle bu dize çok işlemiştir içime. Bizim her şeyimiz tamamdı, ama kime sorsan evinde bir oda eksikti.

Büyüdüm. Bu eksik, hep eksik olarak kaldı. 

Ademoğlu eksiği nerede arayacağını bilemez.

İki çocuk, bir ana-babalı ailelere 4 katlı ev gerekir mesela. Yetirmeye çalışılır. Bir yere götürülmeyen eşyalarla doldurulur. Alınır, alınır, alınır. Atılmaz. Verilmez. Saklanır. Büyük ev, atılmayan eşya emniyet demektir. Arada eş dost meclislerinde şikayet edilir, “Şekerim işi de bitmiyor,”lar uçuşur. Bitmez. Ne işi biter, ne eksiği.

Küçük araba almaz kimse, büyük olsun tercihtir. “Şekerim küçük araba şehirde olmaz, emniyetsizdir, Allah muhafaza!” lar uçuşur.  Küçük sevilmez, çünkü herkeste büyüğü vardır. Büyük jipler, İstanbul gibi bir şehire kesinlikle en gereken şeydir. Herkes güvenli güvenli dolaşsın diye. Çevre katili jiplerle inanılmaz güvenli hissedilir. 

Herkes kendini koyduğu sosyal kefeye uygun büyüklükte “şey” lerle doldurur hayatını. Onlar için yırtınır durur. Eline geçen ilk fırsatta da, kendisini gerekliliğine inandırarak ,edinir o ıvır zıvırları. Ev ve arabada duruyorum, öyle uzun bir listedir ki o gereken şeyler. Asla yetmeyen ayakkabılar, çantalar, elbiseler...En kalitelilerinden, zira kalitesizler dayanmaz. Gerçekten dayanmalı mı, sorgulanmaz. Aslında dayanıklılıkları nedeniyle değil, içinde bulunulan kefeye ait gereklilikler olduğu için alındıkları inkar edilir, sorgulanmaz.

Büyük ev, büyük araba, büyük ekran uyuşturucu, büyük bahçe, daha büyük, daha büyük… İçine içine tıkar gibi, tıktıkça insanın içi büyür gibi. 

Ama tam tersi olur, içine giden yol tıkanır halbuki.

Şimdi amcam kendini  koyduğu kefeye uygun büyüklükte ev yaptırmış. Kendini koyduğu kefeye uygun bir taşıt alacakmış.

Şaşırdık hepimiz. Dünya şaşırdı.

Ama ben de Özdemir Asaf gibi düşünüyorum: Tayyib’e sor, onun da evinde bir oda eksik. Tamamlamaya çalışır garibim. 

Ona kimse “Oğlum, yettiği kadar,”da dememiş belli. Yeterlilik ölçüsünü kendi belirlemiş.
Ama yetiremiyor işte. 

O eksik odanın nerede olduğunu anlayana dek, kimseye yetmez. 

Sarayın da olsa yetmez.

Anlayın işte...

4 yorum:

  1. eline kalemine saglik Elif cok guzel ve anlamli bir yazi.( elifcigim ben sukran fotograf kursundan :) :)

    YanıtlaSil
  2. Öyle güzel tanımlamişsiniz ki durumu. Bütün yazılarınızı okudum, (cok kişi bunu söylüyordur eminim ) hepsi çok iyi. Aklımdan geçenlerin cogunu yazılarınızda görmek şaşırtsa da Ankara yazısını eşsiz buldum gercekten:)

    YanıtlaSil
  3. Çok güzel... ��
    (Hakan Beşerler)

    YanıtlaSil