15 Ağustos 2014 Cuma

MELEK OLMAK İÇİN KANAT GEREKMEZ, YARASALARI KOV YETER*

Daha kıkırdak bir kadın  görmemişti hayatında.

“Allahım bir sussa şu çekik,” dedi içten içten. Hem çekik, hem kıkırdaktı öteki kadın. Kelimeleri kıkırdamaların arasına sızdığı için, un ufak oluyordu, hepten anlaşılmıyordu. Bzzzt bzzt,  doğru frekansı bir türlü tutturamadığın anneanneden kalma radyo gibiydi , cümlenin bittiği sadece kahkahalı noktadan anlaşılıyordu. İki çocuğu varmış, ikisi de çok komikmiş, İngilizceleri kötüymüş, bu Kanada denen yerde herkesi ve her şeyi yanlış anlıyorlarmış, başlarını hep derde sokuyorlarmış, bir İngilizce öğrenselermiş…

“ Bana ne be, bana ne! Neden beni seçtin anlatacak tüm bunları?” içinde habire başa sarıyordu bu cümle.

Kalabalık ve sıcaktı okulun içi. Okulları oldum olası hiç sevmezdi. Sabahın köründe kalkmıştı, kızını seviye belirleme sınavına getirmişti. Çekiğin ağına düşmeseydi de, zaten içten içe boğazını bir el sıkmaya başlamıştı bile . Sıralı, tahtalı, abuk sabuk öğrenci elişleriyle kaplı duvarlar üstüne üstüne yürüyorlardı. İçeride farklı milletlerden çocuklar kendilerine yabancı bu memlekette hangi sınıfa gideceklerini belirleyen bir sınava giriyorlardı.

“Nerden çattık ulan”, dedi kendi kendine. “Mıknatıs var bünyemde mübarek, nerede Allahın aceleyle yarattığı biri var, hiç ıskalamaz!”

Düşüncesi havada kaldı, çünkü birden o iki çekik gözün kendisine bir soru ışınladığını fark etti. Sağa baktı bizimki, sola baktı,  kaçacak yer yoktu. Soruyu sektirebileceği bir kimse de yoktu, gözlerinde kaldı soru. Bir de anlayabilseydi çekiğin ne sorduğunu.

Kendisi gibi sınavdaki çocuklarını bekleyen diğer tüm akıllı kadın ve erkeklerin gözleri kapsama alanı dışındaydı. “Buyur, işte herkes dart tahtasının dışında. Sen nasıl hedef oldun be kızım,” dedi. “Tabi, girerken herkesin gözlerinin içine içine, içten içten gülümse, günaydın de, tabi avlanırsın böyle en zevzeğine. Soru ne anlamadık zaten, kadın cevap bekliyor, iyisi mi yüksek sesle gül,” dedi kendi kendine. Yüksek sesle gülmek hep güzel bir cevap yerine geçer, gerektiğinde evet, gerektiğinde hayır demektir, bazen “haklısın”dır, bazen “aman boşver”dir. Ama hep bir şey demektir. Boş boş bakmaktan hep daha iyidir.

Öyle de yaptı, havaya bir kahkaha savurdu. Bu kahkahanın karşılığı hep kahkahadır, şaşmadı bu kez de. Manasız kahkahalar havada uçuştu. Ve birden sessizlik oldu tüm sınıfta. “Tam zamanı” diye düşündü bizimki, “hemen kalk ve sıvış, çişim geldi de, susadım de ve şu çekik kadının ışın alanından çık.”  Ama olmadı, olamadı, çekik daha hızlıydı, çantasından bir torba fıstık çıkardı, uzattı. Bu kez konuşmadı, sadece başını eğdi, kaşlarını kaldırdı, elindekini uzattı. Bizimkinin karnı pek acıkmıştı, sabah yediği sağlıklı yulaflar midesini tırmalamaya başlamış, ve bu açlık hissi ruhunda sağlıksız bir etki yaratmıştı bile. Karşı koyamadı, derin bir nefes verdi, pes edercesine, omuzlarıyla birlikte göz kapakları düştü, elini torbaya uzattı.  ”Kaçamıyorsun madem, zevk almaya bak” dedi kendi kendine.

-Sen nerden geldin?  dedi karşısındakine.

-Filipinlerden, şakıdı diğeri ağzını kocaman açarak, gözlerini küçücük kısarak. On sene önce geldim. Sen nerdensin?

-İstanbul, dedi. Bildiğini umarak.

-Oooooo, dedi çekik en uzunundan.

Fıstıklar biraz asabiyetini  almış, götürmüş, geriye ağızda sadece tuzlar kalmıştı. “Tad, tuz” her şey diye düşündü bizimki. Aklına babasını tuz kadar seven kızın masalı geldi. Babasından ayrılmıştı kendi kızı, babasını tuzdan bile çok seven kızı. İçi titredi azıcık. Damarlarındaki kan okul duvarlarından sekmeyi bırakmış, artık normal seyrinde akmaya başlamıştı. Çekik göçmen artık gözüne daha az diken, daha çok bir kadın gibi görünmeye başlamıştı.

-Peki sen on sene önce geldiysen, çocuklar neden şimdi okul için sınava giriyorlar?

-Onlar on senedir memleketteydiler. Yeni getirebildim.

On senedir ayrı mıydı yani çocuklarından?

-Beraber gelecektik. Kocam göçmenliğe başvurduktan sonra öldü.

Öldü mü? Gencecik daha bu kadın, on sene önce muhtemelen çocuktu! Öldü mü?

-Ama yaşanacak yer değil bizim oralar, iş yok, para yok, napayım, çocuklara tek başıma bakamazdım,ben kendim geldim.

Nasıl yani? Kocayı göm, çocukları bırak, ve gel!  

-Anca işleri rayına koydum.

Senelerdir kendi kendine debeleniyor bu kadın!

-Çocuklar yeni geldiler.

Senelerdir ayrılar!

-İş buldun mu?

İş mi? 

-Çocuk yardımına başvurmayı unutma, 3 ay sonra vurabiliyorsun. 

Çocuk yardımı mı? 

-Alışırsın, bulursun merak etme. Göçmenlere çok kolaylıklar tanınıyor burada.

Yine fırlattı bir kahkaha kocaman ağzını açıp, zaten olmayan  gözlerini kısarak... 

Kahkaha aynı kahkaha, ama bu kez diğerine ok olmadı, sadece sihir oldu, üstlerini örttü.   

Diğeri kalbindeki yarasaları farketti, hepsini kovdu. Herkesin yarası aynı şekilde kanarmış, diğer kadını kanatlarıyla  gördü...

*Aaron," Lili" den alıntıdır.

1 yorum:

  1. Yaşanmış hikayelerine bayılıyorum. Çok başarılı ve vurucu bir son:)

    YanıtlaSil