30 Nisan 2014 Çarşamba

"TEK" OLMANIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI


Tek olmanın dayanılmaz ağırlığı…

Biraz fazla esinlenme oldu, gayet farkındayım. Ama bundan güzel tasvir olmaz o nadide duygu için: Birisi için TEK olmak. Ağır sözcüğü hafif kalır, eğer neye hizmet ettiğini anlayamazsan, altından kalkamazsın ömür boyu, bir tek o Tek’liğin altında kalan bilir.

En çok sevilendir o Tek. Allah muhafaza! Eşsiz benzersiz demektir seven için. Babamın bir lafı vardı: “Eşi olsa at arabasına koşacaklarmış,” hep gülerdim dediğinde. Gözümün önüne bir at arabası gelirdi, ve iki tane de dedikodusu yapılan kişi, çoğunlukla akrabalardan biri, çarp ikiyle, dıgıdık da dıgıdık, dört nala. 

Ne güzel şeyler çağrıştırır ilk deyişte o eşsizlik. Eşi olduğundaki komik dıgıdıklık durumla kıyaslandığında hele, nasıl bir değer içerir, nasıl bir farklılık, nasıl bir özellik, muhteşemlik. Nasıl bir istisnai durumdur. Tek olmak. 

Nah öyledir! Bir de Tek olana sorun halini. Çift olup da ömür boyu dıgıdıklamaya razıdır valla, bir gariban arabanın önünde.

Seni Tek olduğuna ikna eden kişi eğer konusunda  ustaysa, senelerce razı kalabilirsin bu hipnoza. Ki ben bugüne kadar bu arızi durumun pek ehlini rastlamadım. "Tek değilsen, bir Hiç'sin"dir mantrası. Tek ve Hiç ilişkisi ateşle su gibidir, birinin varlığı  diğerinin  yokluğu demektir. Çok sevmek... Ne zehirli bir sözcüktür usta olmayan dillerde, kalplerde. Çok seven anneler, çok seven sevgililer, çok seven arkadaşlar bu kategoride seven nadide kişilerdir. Ve mevzu karşılıklılık esasına dayanır, Tek'lik karşılıklı olmak zorundadır. Yani herkes karşısındaki için Tek olmak zorundadır, yoksa facia eşiktedir.

Tek'lik olayında yular kimin elindeyse hiç  bilmez adına nefs denen şeytana hizmet ettiğini. Şeytan sürekli  der ki: “Aman sakın ha, görmeyeyim açık verdiğini. Asla başı boş bırakma. Çok sevmek böyle bir şeydir, sakın ha! Tuttun mu bırakmayacaksın. Sana o lazım, bir tek o lazım. Yoksa sen de yoksun. Asla bırakma, tut yakasından, uzaklaştırma, neme lazım, yuları bir bıraktın mı, mazallah! Kaybedersin! Zor değil. Günde beş vakit ona Teksin, Teksin, Teksin, Teksin, Teksin de. Yemeklerden önce veya sonra fark etmez. Baktın isyanlarda, aman ha! Sıkı tut kaçmasın. Dozu artır. Uzaklaşırsa sen de yok olursun, o da. Sen ona hep ne kıymetli olduğunu söyle. Bıktı mı, boğuldu mu, boşver, daha çok söyle. O senin için Tek, sen de onun için. Eşinizi bulurlarsa, arabaya koşarlar, bak demedi deme!”

Sistem nasıl işler anlatacağım, konuya çok hakimim. Çok seven hep tehlikeler görür kapıların arkasında, kontrol edemediği dünyada. Kapı arkasında neler, neler olabilir, anlatsam şaşarsınız. Bir kere sevileni ayartmak için tüm kötü kalpliler tüm tuzaklarını kuşanmış, bekler kapı arkasında, mesela elinde pastalarla, böreklerle bekleyen kurnaz canavarlar olabilir bunlar, en tehlikelisinden. Burada o sevilen Tek ‘in düştüğü durum da içler acısı tabi, zavallı tam bir açgözlü, ya da rüşvet yiyici  durumuna konmaktadır. Bu tehlikeler rüşvetle ayartıp, gönül çalmayla başlar ve  çok sevenin hayal kurmadaki psikopatlık derecesine göre başka türden korkunç sonlara götürebilir çok sevilen o Tek'i. Başkaları hep kötülenir, kimseler beğenilmez ki bu önemli bir ayrıntıdır: bir tek çok seven mükemmeldir. Kimseler eline su dökemez. Herkes bok, kaka, bir o allı pullu kraliçe mübarek! İşte bu da aynı şeytanın oyunudur. Mükemmel olduğuna inanmak kilit taşıdır sevenin. O taşın bekçisi de nefs. 

Sevilen Tek ise, zaten dedim ya, hipnozdadır zaten zavallı. Ta ki bir gün nefes almakta sıkıntı çektiğini fark edene kadar. Böyle ekstra-large bir  şey böğrüne, böğrüne abanmaya başlayana kadar, karabasan dedikleri türden. Bunalır. Çok bunalır. Anlamaz çoğunlukla neler olduğunu, dünya yüzündeki milyonlarca sebepsiz bunalımdan biri ona denk geldi diye düşünebilir.  

Kimin bunalttığını anlamayacak kadar uyurgezer değilse, bunaltan kişiden kaçmaya başlar ufak ufak. Genelde yalana başvurmak en kestirme yoldur. Durumu geçici olarak kurtarır, ama seven anlamaz mı o yalanları? Anlar, öyle bir anlar ki, anladığında da sahiplenme dozunu artırır. Bir sonraki çözüm, kör kuyuya dalmak misali sevenden uzaklaşmaktır. Başka sokak, mümkünse başka şehir, başka ülke, ama illaki uzakta bir yer. Sanır ki böyle kaçılır o müebbetten. Müsaade eder mi sanırsınız çok seven?  Dinime imanıma, bir uzaklaşırsa, bir geçerse o eşikten sevilen, dünyanın sonu bile yanında bayram kutlaması kalabilir. Bunun için “sen Tek’sin“ in isteme ve/veya verme dozu artırılır, artık kovayla dökülür üstüne üstüne. Mesafe fark etmez, psikolojik işkencenin bini bin paradır bu aşamadan sonra.  

Çok yaygın bir durumdur bu. O Tek olandan beklenir her şey. Tüm mutsuzluklar, tüm mutluluklar, tüm yollar ona çıkar, ondan çıkar. Kahır kahır üstüne yığılır. O yığının altında kalınır. Seven de yaralıdır, sevilen de, kaçınılmaz sondur bu. Uzaklaşsan da böyledir, yakınsan da. Birinin hayatında Tek olmak bir kördüğümdür, ta ki biri bunun anormal olduğunu anlayana kadar. Şanslıysa, hayat onun gözüne sokana kadar.

Aslında, anlasan da önce epey bir rahat bırakmazlar,  ağır baskı vardır başkalarından. En çok duyduğu ve lügatından silmek istediği cümle yağar eşten dosttan: ” Ama sevdiğinden yapıyoooo….!!!”  Yapamaz olsun.
“Ulan insan sevdiğine bunu  yapar mı?” geçirse de içinden, diyemez. Dese de cevap hazırdır:
“İnsan bir tek sevdiğine bunu yapar”

Gel de çöz bu köpkör düğümü! 

Şanslıysa çözer. Böyle sapır saçma sevmeyenleri fark etmeye başlar önce. Hayat yardım eder, yoluna çıkarır görmezden gelemeyeceği doğru sevmeleri. Belki hemen anlamaz, ama niyet ettiyse çözmeye, çözer. Çözümün ne kaçmakta, ne göçmekte olduğunu gördüğünde çözmeye başlar. Tek çare yüzleşmektir. Anlamaya çalışmaktır. Sonrasında, eşek değil ya, hayat da bir el verir.

İçinden bir ses fısıldar: “Kilit taşının bekçisine dikkat et,” der. “Çözüm onda.”

Tek çare, nefsini kontrol altına almaktır. Başka yolu yoktur bunun. Çözümsüz şey yoktur hayatta, kurtulunmayacak ağırlık yoktur. Bir kaç püf noktası vardır mevzunun, onlara azıcık dikkat etmek yeter. Ben acı deneyimlerle pişirdim armudu, buyurun  açın ağzınızı, düşsün: 

Ne iltifattan beslenmeli, ne yerilmekten gerilmeli insan, ki  kimseler onu Tek’sin, ya da Hiç'sin  diye uyutamasın. Ya da tam tersi, insan ne kimselere çok iltifat etmeli, ne de yermeli, ki kendini  bilmek için başkalarını mihenk taşı yapmasın.

Tek ve özel olmanın başkalarından bağımsız bir his olduğunu kabulle başlar her şey. Herkes tektir, herkes özeldir. Kimseler birbirine benzemez. Seni bir kişi sevse de bu böyledir, binlercesi sevse de, ya da kimseler sevmese de... Bu değişmez. 

İnsan  kendini sevmeyi beceremezse, olur dış seslerin kölesi. Kim “sen Tek’sin,” derse gider peşinden, olur uydu, öder uydu kirasını, ziyadesiyle, en çok da  özgürlüğüyle.

Ya da tam tersi, kim kendini sevmezse, bulur bir uydu, besler egosunu, tıkar, tıkar, tıkar boğazına, yörüngesini sapıttırana  kadar. Kaybetmekten korktuğu şey eninde sonunda olur. Kaptırır uyduyu, istikamet: başka galaksiler. Kalır yine kabullenemediği kendisiyle.

Her şey çözülür, yeter ki  allah güç versin yüzleşmeye, kandırmasın insan kendini...

1 yorum:

  1. Elif, yazdıklarını seviyorum ben. İyi midir, edebi midir ben bilemem ama yılların birikimini atıyorsun, eteklerindeki taşları döküyorsun, hesaplaşıyorsun kendinle ya da başka biriyle. Seni çok iyi anlıyorum. Kendi kendinin terapisti, yaşam koçu, arkadaşı, eğitmeni, öğretmeni her ne istersen sen o sun. Bu keşif sürecine şahit oluyoruz. Döktüğün taşları, bıraktığın ekmek kırıntılarını, yazdıklarını izleyerek seni buluruz biz, merak etme kaybolmazsın, artık kesinlikle kaybolmazsın, ellerine, yüreğine sağlık

    YanıtlaSil