20 Nisan 2014 Pazar

BİR KİRPİCİK MASALI



Kocaman ormanın  birinde hayatından bezmiş bir küçücük kirpicik  yaşarmış. Bu kirpicik çok ama çok şirinmiş, kocaman bir gülümsemesi varmış yüzünde, dudaklarının uçları doğuştan gökyüzüne doğruymuş, hep gülümser görünmesi bundanmış. Amma velakin öyle bezginmiş, öyle bezginmiş ki kirpicik kirpi olmaktan,  kimselere derdini anlatamazmış. Bir de yüzü güleç ya, kimseler inanmazmış mutsuz olduğuna. 

Nefret edermiş dikenlerinden.  Çok çirkin bulurmuş kendini. Annesi onu “Benim güzel kirpiciğim,” diye sevse de fayda etmezmiş. Babası onu “Yavruların yavrusu, güzeller güzeli,” diye sevse de kar etmezmiş. Onlara bir şey çaktırmazmış kirpicik, üzülmesinler diye. Gidip gidip sudaki aksine bakarmış. O güzel gülümsemesini görmezmiş kara küçük boncuk gözleri, sadece diken diken sırtındakileri görürmüş ve ağlarmış:

- Nefret ediyorum dikenlerimden, nefret ediyorum  kirpi olmaktan, nefret ediyorum küçük olmaktan, nefret ediyorum buralarda yaşamaktan, nefret ediyorum bu ormandan… 

“Başlamışken her şeyden nefret edelim de rahatlayalım” tavrı kirpiciği gaza getirse de, pek bir işe yaramazmış, her şeyden nefret edermiş ama bir türlü rahatlayamazmış. Üstelik kirpiciği daha da çıldırtacak şekilde dudakları ona inanmaz, gülümsemeye devam edermiş. Gözyaşları akar akarmış, ormanlardan ormanlara akan ferah sulara karışır, yine de kirpiciği ferahlatamazmış. Oysa ki, ormandaki en güzel, en parlak, en gölgeli dikenler ondaymış. Dipleri koyu koyu, uçları açık açıkmış. Güneşte pırıl pırıl parlarmış. Onun derdi aslında nasıl göründüğüyle değilmiş, ama o öyle sanırmış. 

Kirpicik aslında dikenlerini kontrol edemezmiş. Bir kirpi için fazla hareketliymiş kirpicik, öyle neşeli, öyle hareketli, öyle kirpi gibi değilmiş ki, kendisi de unuturmuş çoğunluk ne olduğunu. Arkadaşlarıyla oyun mu oyamaya kalktı, biraz neşelendi mi, biraz coştu mu, o dikenler  birinin ya  gözünü, ya yanağını, ya burnunu deşermiş. O pis çirkin dediği dikenleri, kendisi istemediği halde her yere, herkese batar dururmuş.  Dikenler batınca ne olurmuş dersiniz? Kirpicik canı yanan arkadaşına yardım edecek diye, daha bir abanırmış üstüne, ve deşilmedik yerleri  varsa zavallı arkadaşın,  onları da deşermiş kirpiciğin nefret ettiği ama bir türlü kurtulamadığı dikenleri. Ve her canı yanan kaçarmış. Kirpicik kalırmış arkadaşsız. Bu ormanda yapayalnız.

Günlerden bir gün, bedbaht kirpicik  yine yalnız başına, annesine seslenmiş: 
-Anne ben su kenarına gidiyorum.
-Kiminle gidiyorsun bakalım?
-Arkadaşım mı var ki? Kendi kendimle gidiyorum tabi ki. Biraz dolaşacağım, belki yeni birileriyle arkadaş olurum.

Annesi “Peki, ama dikkat et” demiş. Günlerdir pek dalgınmış kirpicik, ve annesi de burnunu fazla sokmadan, uzaktan göz ucundan ayırmadan takip edermiş yavrusunu. O gün de peki, demiş demesine de, hemen işini gücünü bırakıp seğirtmiş dalgın ve mutsuz yavrusunun arkasından. 

Kirpicik su başına varmış, aksini seyretmeye başlamış. Annesi ise toplamış dikenlerini, pek yakındaki bir ağacın arkasına saklanmış, seyre koyulmuş.

Bizimkisi su başında, kendisine baka baka ağlamaya başlamış.  Gözyaşları ipekten ipler gibi, süzülmüş güzel yüzünden, ağlamış, ağlamış, ağlamış. Annesi de ağacın arkasında , şoklarda: “Yavrumu nedir bu kadar üzen, demek bir derdi var bize söylemez, bize anlatmıyor belli, belki suya anlatır” diye seyretmiş usulca, sessizce.

Derken  bir fare görünmüş uzaktan. Fare merhametliymiş, gözyaşlarına aldırmış, kirpiciğe yaklaşmış, demiş ki:
-Güzel kirpicik, neden ağlarsın?
-Git başımdan fare! Derdim büyük, çok büyük! Sen anlamazsın.
-Anlat istersen, ben dinlerim, hem belki de anlarım.
-Dikenlerim var benim.
-Benim de sivri dişlerim var, ne olmuş ki?
-Dikenlerimi hiç sevmiyorum ben.
-Ama sen kirpisin, dikensiz kirpi olmaz.
-Herkese batıyorlar.
-Sen batırmazsan batmaz ki, onlar senin emrine amade.  Üstelik dikenlerin bence hiç de fena değiller, hatta güzeller bile. Sen de zamanla öğreneceksin dikenlerini zaptetmeyi. Sabret. 

Kirpicik çok ama çok sinirlenmiş fareye:
-Defol git başımdan dişlek fare! Akıla ihtiyacım yok benim.  Hem sen nereden bileceksin ki, faresin sen, kirpilikten ne anlarsın. Seninle oyun oynar mıyım ben sanıyorsun? Sen git peynirlerinle oynaş, çok akıllıysan kendine bak, leş gibi peynir kokuyorsun, böykk! Midem bulandı! Kim oynasın seninle, kim sevsin seni?
-Peynir kokusunu seven başka bir fare   sevebilir. Ben fareyim, peynir de severim, peynir kokmayı da severim. Neyse sen kendine ağlamaya devam et  o zaman. Ben gidiyorum. Hoşça kal.

Kirpicik için için çok öfkelenmiş. Dikenleri diken diken olmuş. O sırada bir ördek görünmüş, suyun içinden kafasını çıkarmış:

-Niye ağlarsın kirpicik?
-Git başımdan ördek kafa! Derdim büyük, çok büyük! Sen anlamazsın.
-Anlat istersen, ben dinlerim, hem belki anlarım.
-Dikenlerim var benim.
-Görüyorum.
-Onları sevmiyorum.
-Ben de sevmedim.
-Çirkinler değil mi?
-Evet berbatlar, hele ki benim parlak tüylerimle kıyaslayınca. Hem her yere ve herkese de batar o dikenler.
-Ah beni anladın sen! Ne iyisin! Arkadaş dediğin senin gibi olur!
-Evet, benim gibi olur. Ben harika bir arkadaşım, herkes için en iyisini kendileri bilmez, ama ben bilirim.
-Sen çok akıllı  bir ördeğe benziyorsun.
-Öyleyim, aklım çok benim. Ben her şeyi bilirim. Aklım herkese yeter. Kirpiyi kirpiden, fareyi fareden iyi bilirim. Ben her şeyi bilirim. Herkes için en iyisini bilirim.
-Bana yardım edebilirsin o zaman belki?
-Tabi ederim. Önce o dikenlerden kurtulman lazım. Seni bir güzel tıraş etmek gerek. Buralarda bir yerlerde bir testere balığı yaşar. Ondan rica edebilirim, az eğilirsin suya, dikenlerini budar. Ne desem yapar, eski arkadaşız biz, bana tapar. Onun  için ne iyiyse onu da ben bilirim. İstersem sizi arkadaş yapar, baktım arıza çıktı hemen sizi bitiririm, tabi iyiliğiniz için. Bana güvenmelisin, ben harika bir arkadaşım, her şeyin en uygununu ben bilirim.
-Tapılmayacak gibi değilsin ki! Herkese lazım senin gibi arkadaş.
-Tamam  sen bekle beni burada, testereciğimi almaya gidiyorum.

Kirpicik beklemeye, beklerken de hayallere koyulmuş. O pis lanet olası dikenlerinden biraz sonra kurtulacağı fikri yüzündeki tebessüme iyice yayılmış.

Derken, harika arkadaş ördeğin kankası testere balığı hop diye suyun içinden fırlamış.
-Hanimiş, ben geldim, burada kesilecek bir şeyler varmış?
-Benim dikenlerim var testere bey. Buyrun hepsini kesin,  kurtulayım bitsin bu diken işi.
-Oy oy oy, bir sürüymüş senin dikenler, lezzetliler mi acaba?
-Bilmem tadına bakan olmadı, değen kaçtı bugüne kadar.
-Az eğil bakayım şu suya, sırtını dön, gözlerini kapa. Ben aç diyene kadar da açma.

Kirpicik, suya doğru birkaç minik adım atmış,  tam gözlerini kapayacakken, annesi feryat figan ağacın arkasından çıktığı gibi, sanki kirpi değil, adeta tavşan, bir nefes mesafede kendisini kirpiciğinin yanında bulmuş. 

-Seni gidi hergele testere! Defol buradan! Ne sanırsın kendini! Ben senin o testere kafanı delik deşik etmeden git buralardan!

Kirpicik başlamış ağlamaya:
-Anne ya mahvettin her şeyi! Kurtulacaktım şunlardan. Mahvettin…

Annesi öyle bir sarılmış ki kirpiciğe, bir tane dikenine bile aldırmadan. Öyle bir silmiş ki gözyaşlarını yavrusunun hiç kızmadan:

-Ah benim sabırsızım, ah benim güzel bebeğim… Sabredeceksin, büyüyeceksin. Seni sen yapan dikenlerindir, öğreneceksin. Seni gerçekten sevecek olanlar seni dikenlerinle sevecektir, hayatı onlarla beraber çözeceksin.  Sen dikenlerini idare etmeyi öğrenirken, oluşan yaraların merhemini birlikte aradıklarına dost dendiğini öğreneceksin. Senden kaçanların dikenlerinden değil, canlarını yakacak her şeyden kaçanlar olduğunu öğreneceksin, onları da hoş göreceksin. Bir tanem benim, güvenilecek arkadaş  sana duymak istemesen de yüzleşmen gerekenleri  canını yakmamaya çalışarak söyleyebilendir, onları hep yanında tutmak isteyeceksin, duymak istediklerini söyleyenlerle fazla yol alınmayacağını bileceksin. Kimin dost olduğu da ancak seneler sonra anlaşılıyor, sabırla bekleyeceksin.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder