26 Şubat 2014 Çarşamba

MİNNOŞ ANNELERİN MİNNOŞ KIZLARI

Annesinin bir tanesidir onlar, gururudur, her şeyidir, en sevdiğidir. Annesinin vitrininde en sevdiği dantel örtüsüdür, en güzel yaptığı kurabiyesidir.

Kulağa ne güzel geliyor değil mi? Davul sesi demek hakaret olur, dünyanın en güzel notaları gibi gelir anneye o sözler başkasına anlatılırken.

Öyle yanında taşır minnoş anneler onları, özenerek alınmış, başka da kimselerde olmayan nadide bir çanta gibi.  Fiziksel olarak yanlarında değilseler bile, her arkadaş ortamında havadadır, yayındadır, on-the-air yani. Diğer anneler imrenirler onlara, çünkü kendilerinde de vardır bir tane, ama onlar nedense bu kadar özel ve güzel bir şeymiş gibi anlatamazlar yavrularını. Onlarınki hep biraz yavandır, ışıltısızdır, kenarda köşededir…

O anneler mahallenin en beceriklisidir genelde, ya da şirketin, ya da köyün, hiç fark etmez. Parmakla gösterildikçe mevcudiyetlerinin bir anlamı vardır, ne zaman top ten’den düşerler, o zaman ölürler. Ölmemek için de hep liste başı olmaya çalışır akılları. Her yol mübahtır bu uğurda.

Bu anneler kızlarını herkesten daha çok severler, öyle çok severler ki, adeta artık “tek”tirler. İki bedende tek kişi. Kızları da doğal olarak on numaradırlar, doğuştan. On numara değilse bir kız, o çocuk doğanın şans tanıdığıdır, minnoş anne onu kendi haline bırakır. Kendi kendine büyür, artık ne olursa olur fark etmez, çünkü doğuştan kaybedendir annenin gözünde, genelde bunlar “babaanesine, halasına ve bilumum baba sülalesine  çekmiş” denen türdür. Anne bütün enerjisini işbirlikçi olabilecek gibi görünen Allah vergisi yetenekli, akıllı, çalışkan ve annesine çekmiş olan üzerinde yoğunlaştırır.

Çocukken sorun yok denecek kadar azdır. Çünkü o yavru da bayılır her yerde ön planda olmaya. Bu annelerin bir ortak özelliği de sınıf annesi denen tuhaf kadroya hep gönüllü olmalarıdır. Bunların yavrularının kim olduğu kolayca anlaşılabilinir: folklor ekibindeki tek farklı renkte şalvar giyendir mesela, ya da hep ana piyeste baş rolü kapandır. Anne ne denirse yapılır, kurallara uyulur, uydukça hayat hep spot ışıkları altında yaşanır, parlak, aydınlık, sahne dışında ne olup bittiği çıplak gözle pek de seçilemeyen, sonunda alkış garantili bir hayat.

Kız alkışı alır, anne tebrikleri. Kız “aferin”leri, anne “maşallah”ları.

Anne kızı özenle korur dış dünyadan, sadece kendi seçtikleriyle görüştürür. Yabancı demek büyük tehdit demektir o ikili monarşi için. Bu düzeni koruma uğrunda da her yol mübahtır,  başkalarına bok atma bu tarz ilişkilerin en baba geleneğidir. Annenin onaylamadığı herkes ama herkes kızı için hiç hayırlı değildir. Ve genelde beceriksizdir bu kişiler, ve de genelde  salaktır, eğer çok büyük tehditse o zaman iblisin kendisidir.

Bir de “elalem” denen bir olgu vardır, bu düzenin jandarması budur: elalem denen şey, düzenin korunmasını sağlayan temel unsurdur. Elalemden çekinildiği kadar hiç bir şeyden çekinilmez. Elalem, hep insanın iyiliğini ister. Bu nedenle bir takım kurallar vardır, kimin koyduğu belli olmayan, uygulayanı ise elalem olan. Elalem 1984’teki Big Brother gibi bişeydir.  Sadece gözdür elalem. Kocaman iki göz. Hep üzerinderir insanın. Bizim iyiliğimizi bizden çok isteyen iki göz. Ve her şey bu iyi niyetli elalem bişey demesin diye ayarlanır. Elalem bizi hep alkışlamalıdır. Ona göre hareket edilmelidir. Bu elalem kıyametle de ilişkilidir. O kıyamet koparsa bir tek elalem sebep olabilir. Henüz kopmamış olması, yakında kopmayacak olduğunu göstermez. Hep tetikte olunmalıdır.

Elalem bir şey derse, anne çok üzülür. Öyle üzülür ki, mahçup olur ki, neticesinin ne olduğu tahayyül edilemez, ve zaten de  böyle bir neticeyi görme riski dahi alınamadığından, anneye  bu kadar büyük bir üzüntü yaşatılmayacağından, bu tarz bir kıyametin nelere vesile olabileceği asla sorgulanmaz.

Bu kuralların uygulanması genelde ergenliğe kadar pek sorun teşkil etmez. Ama 11 yaş civarında kısıtlamalara, korumalara ve elaleme rağmen artık yavaş yavaş dış dünyayla ilişki kurulmaya başlanır. Her ne kadar  istenmeyen zararlı kişiler girmesin diye kavanozun ağzı sıkı sıkı kapatılmışsa da, bu çok tehlikeli dış mihraklarla iletişim kitap, müzik gibi geçişi engellenemeyen  vesilelerle bazı ergen bünyelere sızar.

Sızmaz olasıca!

O kız çocuğu bir gün anlar ki aslında tek başına bir varlıkmış, ancak o güne kadar göbek bağını kopartamadığından iki ayrı insan tek bünyede gibi yaşamış. Nereye gitmek istese, minnoş annesine bağlı. Uyanış hissini tarif etmek istersek tam olarak şöyledir:  başkasının hayatını yaşıyorsun hissi insanın içine lönk diye oturur bir gün aniden. Minnoş kokoş annesinin hayatını yaşıyor hissi.

Ve o zaman başlar o amansız göbek bağı savaşı. Dünyanın en korkunç savaşlarındandır bir kız çocuğunun en sevdiği şeyle ve de onu en çok seven kişiyle olan savaşı. Her alanda savaşıldığı için ağırdır, içeride ve dışarıda. Ve o bağ hem olsun istenir, hem kopsun. Yani hem denize girmek istersin, hem ıslanmamak. Öyle bir histir o.

Savaşsan bir türlü, savaşmasan bir türlü…

Savaşmama seçeneği önce mantıklı gelir insana, zira savaşılsa bile hiç bitmeyecek  bir savaş gibi gelir, kazananı, kaybedeni olmayacak gibi gelir. Hem savaş kötü bir şeydir, değil mi? “Böyle gelmiş böyle gider” lere sığınılır, “zaten yaşlandılar, bu kadar idare ettik, biraz daha idare edilir” ler sırıtır her köşeden.  Harika yalan planlayıcılar çıkar bu gruptan, bazen neden yalan söylendiği bile unutulur.  Genelde anneden kaçılması, uzak durulması tavsiye olunur. Adına ” İdare etmek” denen kaypaklığa sığınılır. Kaçtıkça yok oldu sanılır yarattığı travmalar,  ama o her türlü insan ilişkisinde bir yerden arsız arsız yüzünü gösterir. O bağ, her yerde varlığını hissettirebilir, nereden çıkacağı belli olmaz. En çok da eğer ki bir kız evladı varsa o kişinin, en çok orada gösterir kendisini o meret. İşte o zaman savaşmaya değeceğine inandığın andır. Kaçınılmaz bir mücadeledir. Zafer isteniyorsa çok can yan yakıcı olacaktır.

Ve eğer savaşmayı seçerse o kız çocuğu, yaşı kaç olursa olsun, eğer çok ama çok isterse o bağı güzelce kesmek, sonra da nereye isterse oraya gömmek, bunu yapabilir. (Mümkünse anneden uzak bir yere gömülmesi tavsiye edilir. )
Bunun için gerekli olan şeyler ise aşağıdadır:
- sinir olmadan annesine sarılmak istemek,
- sinir olmadan annesine onu çok sevdiğini söylemek,
- sinir olmadan annesini öpmek istemek,
- sinir olmadan annesinin kucağında yatmak istemek
- annesine sinir olmamayı çok istemek.

Bunları çok isteyip, savaşa ilk adımı attığında ise o kız çocuğuna hayat mucizevi bir şekilde el uzatacaktır zaten. Tecrübeyle sabittir. O bağın kopmasının dünyanın sonu değildir. O his içine girdi mi insanın, anlayın ki ateşkes yakındır. Çok yakındır.

Ve finale yaklaştığınızda tatlı birini çıkarır hayat karşınıza, kulağınıza fısıldadığını duyarsınız: “Ailenle olan sorunları çözmeden gerçekten yaşamaya başlayamazsın.”
Haklı  olduğunu gerçekten yaşamaya başlayınca anlarsınız.




4 yorum:

  1. Son tirnak ici cumle oldukca vurucu...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. öyle. önce sorunu kabul etcen de, çözecen de... iş zor, ama olmazsa olmazı bu işte hayatın :)

      Sil
  2. Kızlar denilince akan sular durdu birden :) güzel yazı olmuş :) klavyene sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sağol Başak'cım, kızlar ve anneleri konusu bir derya asla bitmez...

      Sil