Gürbüz Doğan Ekşioğlu'nun çizimidir |
Zehra'cığım, senin facebook gönderin beni tetikledi de döküldü bunlar... Zehra benim nezdimde sevmeyi bilenlerden ve Türkiye'yi güzel güzel, ince ince, elinden geleni ardına koymadan sevenlerden. Aktivizmi, pasifizmi babamın deyimiyle, miktar-ı ziyadesiyle kâfi olan arkadaşlarımdan. "Her geçen bayram daha buruk, kutlamalara ve mesajlara boş baktığım çok oluyor. Ama şu İzmir Marşı yok mu? Nedir bu?" diye başlamış yazmaya...Sevgiler buradan kendisine...
Öyle bakıp kalıyorum akan bayram mesajlarına...Boş boş.
Sosyal medyada 30 Ağustos şenliği.
Anıtkabire gitmiş birleri.
Başka birileri pişmanlıkla Atatürk’le ilgili bir şeyler
paylaşmış, bu zamana kadar ilgilemediğinin utancıyla.
Başkaları Atatürk tshirtlü grup fotoğrafı çektirmiş.
Annem arkadaşının yazlığında, bana diyor ki: “Burada ilk kez
kutlanıyormuş, akşam 30 Ağustos eğlencesi var, gazinoya gideceğiz”. Bir de
plajdan tepe üstündeki evlere insan taşıyan çekçekin önünde fotoğraf
çektirmişler, gururlu. Çekçek desen, allı pullu bayraklarla hiç görmediği
muameleyi görmüş bugün, aklıma kınalı kurbanlık koyunları getiriyor o yeşil
çekçekteki alışık olunmayan kızıllık.
Arada İzmir Marşı akıyor, ucundan açıyorum, en berbat hali
olan Haluk Soyadınıunuttum’unki dahi midemden boğazıma doğru bir kaç kelebek
salıyor, hemen kapatıyorum, çünkü artık bu marşı duyduğumda ağlamak
istemiyorum. Geçsin istiyorum o his. Bu sene bir de ecnebi( en sevdiğim
kelimelerden, bloğuma yeni gelenler bilmez, bu nedenle bu özel bilgiyi
ekliyorum, bazı kelimeleri daha çok seviyorum ben) biri oğullarıya söylemiş
İzmir Marşı’nı. Güzel olmuş diye biraz daha uzun dinliyorum adamın yorumunu,
güzel türkçesiyle söylediği dizeleri. Seviyor bizim ülkeyi belli...Hoş
düzenleme olmuş.
Akan Atatürk fotoğraflarının bazılarında daha fazla
duruyorum. Ne kadar güzel bakıyor, diyorum kendime. Bu gözler kaç kadının
canını yaktı kimbilir, deyip akmaya devam ediyorum. Bu kadar da yakışıklı
olunmaz ki o savaş hengamesinde, diyorum. Zaten severim macera meraklısı (yahu
outdoor yazmak istemedim, bak karşılığını bulmakta zorlandım) tipleri, hepten
karizmatik.
Araya Atatürk büstlerine sarılmış bebek fotoğrafları giriyor,
onyüzmilyon beğeni almış. Sinirlenip hızla geçiyorum onları. Putlaştırmak bu işte,
diyorum kendime...Cümlelerinin ne demek olduğunu dahi anlamadan kahramanlık
şiirleri okuduğumuz geliyor aklıma, ilkokul yıllarıma kayıyorum...”Uzun uzun
kabaklar, dökülüyor yappaklar” diye okuturlardı kardeşim Murat’a. (ben yanlış yazmadım, Murat yanlış söylerdi). Güzel, içli,
gözlerini kapayarak, ciğerden böğürerek okuttururlardı. Zaten müsamerelere hep
böyle okuyanları çıkarırlardı. “Doktor doktor kalksana, lambaları yaksana, Ata’m
önden (bu da yanlış yazılmadı, her şeyden önce hataları tespit edenler için bu notlar) gidiyor, çaresine baksana.” Derdi. Ata’m önden mi gitti, elden mi gitti,
her şey karışıyor kafamda...
Herkes kararlı Cumhuriyet elden gitmeyecek.
Herkes coşmuş.
Bense boş boş bakıyorum olanlara.
Ne düşüneceğimi bilmeden.
Kızdığım, beğendiğim, aptalca, akıllıca bulduğum gönderlerin
hepsinden içimde bir parça...
Hayatın ne getireceği belli değil, diyor, içimden cılız bir
ses. Sabah ola, hayrola...
Dışında kal, merkezden şaşma, yeter artık savrulma.
Güzel ülkeme güzel dileklerimle...
Güzel ülkeme güzel dileklerimle...