30 Ağustos 2017 Çarşamba

2017'NİN 30 AĞUSTOS YAZISIDIR

Gürbüz Doğan Ekşioğlu'nun çizimidir


Zehra'cığım, senin facebook gönderin beni tetikledi de döküldü bunlar... Zehra benim nezdimde sevmeyi bilenlerden ve Türkiye'yi güzel güzel, ince ince, elinden geleni ardına koymadan  sevenlerden. Aktivizmi, pasifizmi babamın deyimiyle, miktar-ı ziyadesiyle kâfi olan arkadaşlarımdan. "Her geçen bayram daha buruk, kutlamalara ve mesajlara boş baktığım çok oluyor. Ama şu İzmir Marşı yok mu? Nedir bu?"  diye başlamış yazmaya...Sevgiler buradan kendisine...



Öyle bakıp kalıyorum akan bayram mesajlarına...Boş boş.

Sosyal medyada 30 Ağustos şenliği.

Anıtkabire gitmiş birleri.

Başka birileri pişmanlıkla Atatürk’le ilgili bir şeyler paylaşmış, bu zamana kadar ilgilemediğinin utancıyla.

Başkaları Atatürk tshirtlü grup fotoğrafı çektirmiş.

Annem arkadaşının yazlığında, bana diyor ki: “Burada ilk kez kutlanıyormuş, akşam 30 Ağustos eğlencesi var, gazinoya gideceğiz”. Bir de plajdan tepe üstündeki evlere insan taşıyan çekçekin önünde fotoğraf çektirmişler, gururlu. Çekçek desen, allı pullu bayraklarla hiç görmediği muameleyi görmüş bugün, aklıma kınalı kurbanlık koyunları getiriyor o yeşil çekçekteki alışık olunmayan kızıllık.

Arada İzmir Marşı akıyor, ucundan açıyorum, en berbat hali olan Haluk Soyadınıunuttum’unki dahi midemden boğazıma doğru bir kaç kelebek salıyor, hemen kapatıyorum, çünkü artık bu marşı duyduğumda ağlamak istemiyorum. Geçsin istiyorum o his. Bu sene bir de ecnebi( en sevdiğim kelimelerden, bloğuma yeni gelenler bilmez, bu nedenle bu özel bilgiyi ekliyorum, bazı kelimeleri daha çok seviyorum ben) biri oğullarıya söylemiş İzmir Marşı’nı. Güzel olmuş diye biraz daha uzun dinliyorum adamın yorumunu, güzel türkçesiyle söylediği dizeleri. Seviyor bizim ülkeyi belli...Hoş düzenleme olmuş.

Akan Atatürk fotoğraflarının bazılarında daha fazla duruyorum. Ne kadar güzel bakıyor, diyorum kendime. Bu gözler kaç kadının canını yaktı kimbilir, deyip akmaya devam ediyorum. Bu kadar da yakışıklı olunmaz ki o savaş hengamesinde, diyorum. Zaten severim macera meraklısı (yahu outdoor yazmak istemedim, bak karşılığını bulmakta zorlandım) tipleri, hepten karizmatik.

Araya Atatürk büstlerine sarılmış bebek fotoğrafları giriyor, onyüzmilyon beğeni almış. Sinirlenip hızla geçiyorum onları. Putlaştırmak bu işte, diyorum kendime...Cümlelerinin ne demek olduğunu dahi anlamadan kahramanlık şiirleri okuduğumuz geliyor aklıma, ilkokul yıllarıma kayıyorum...”Uzun uzun kabaklar, dökülüyor yappaklar” diye okuturlardı kardeşim Murat’a. (ben yanlış yazmadım, Murat yanlış söylerdi). Güzel, içli, gözlerini kapayarak, ciğerden böğürerek okuttururlardı. Zaten müsamerelere hep böyle okuyanları çıkarırlardı. “Doktor doktor kalksana, lambaları yaksana, Ata’m önden (bu da yanlış yazılmadı, her şeyden önce hataları tespit edenler için bu notlar) gidiyor, çaresine baksana.” Derdi. Ata’m önden mi gitti, elden mi gitti, her şey karışıyor kafamda...

Herkes kararlı Cumhuriyet elden gitmeyecek.

Herkes coşmuş.

Bense boş boş bakıyorum olanlara.

Ne düşüneceğimi bilmeden.

Kızdığım, beğendiğim, aptalca, akıllıca bulduğum gönderlerin hepsinden içimde bir parça...

Hayatın ne getireceği belli değil, diyor, içimden cılız bir ses. Sabah ola, hayrola...

Dışında kal, merkezden şaşma, yeter artık savrulma.

Güzel ülkeme güzel dileklerimle...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder