8 Ekim 2014 Çarşamba

KEÇİNİN ŞAŞKINLIĞIYLA, SAVAŞIN ACISIYLA YAZILMIŞ TUHAF BİR YAZI



“Balkondan keçi düştü, altında kalan çocuk öldü”

Çocukken kim, nerede, nasıl oynardık, bir öncekinin ne yazdığını kimse bilmezdi,  absürd cümleler kurulurdu. Absürdün ne olduğunu bilmezdik, ama gülmeyi bilirdik.  İşte sanki bu oyundan bir cümleydi bu.  Keçi, balkon ve çocuk kelimeleri  gayet normal bir şeymiş gibi, yan yana dizilmişler, ekrandan bana bakıyorlardı iki gün önce aval aval… Gözlerimi kaçırmak istedim, hani görmemem gereken bir şeyi görmüşüm de birden ne yapacağımı bilememişim gibi. Bünyem otomatik tepki veremedi, parazit yaptı. Hazin bir parazit.

Eskiden olsa “Ha ha ha! Habere bak!” diyeceğim türdendi. Severiz bu haberleri milletçe. Aziz Nesin olmamak ayıp güzel ülkemde. Ama bu kez gülemedim,  “Ne şaşırıyorum ki,” dedim…

Daha absürdü sergilenmekte aylardır topraklarımızda dedim…

Kaç gündür içim yana yana izliyorum olanı biteni. Kızmıyorum artık, o kalmadı hiç. Ama iç sızısı daha derine daha derine gitmekte. Sanki bir bıçak böyle yavaş yavaş kanırta kanırta girmekte kalbime . Eminim çoğumuz aynı histeyiz. Kızanlar da zaten üzüntüden sapıtmış halde, herkesin tepki şekli farklı.

Ben de size içimi az dökeceğim, uzaktan hele hepten zormuş. Buradan üzülmekle, oradan üzülmek aynı değil inanın. Daha sakin oluyor uzaktan üzülmek, daha bir hazin oluyor…Yani bana öyle oluyor diyeyim, genellemeden uzak. 

Neyse, düşünecek çok vaktim var burada. Ben de düşündüm, “Ulan, dedim, şu toplaşıp balkonda oynaşan güruha bir bak Elif!” Ve baktım hepsine. İşte bu keçi, çocuk ve balkon misali, bence sapır saçma bir sürü şey  yan yana dizilmişler karşıma aval aval, neler gördüysem aynen yazdım, buyurun size balkondakiler:

-IŞİD: Müslümanlıkla alakası olmayan, bunu dünya alem bilse de kimselerin bir türlü toplaşıp “Hadi len! İşinize! Uzayın, gidin ötede bayılın, çok oldunuz!” diyemediği bir Işid. Kara saçlı, kara gözlü, kara kalpli. Kaç çocuklu, yok yoksul ailelerden muhtemelen, ana babalarının gözlerinden kaçmış, bir köşede oynaşırken birilerinin dikkatini çekmiş, “Bunlardan iyi öldüren silah olur!” denip, koyun gibi toplanmış, aynı kazana konup beyinleri yıkanmış,”Hadi  önce giden kazanıyor, bir an evvel ölün de cennetten yer kapın” diye kandırılmış bir dolu delikanlı. Bilgisayar oyunu hastası gibiler gözümde, ama Tamogachi besleyenlerden… Bence gelmiş geçmiş en sapık oyun oydu, en kanlısından bile daha acımasızdı. Sanal hayvanlar pıtı pıtır pıtır ölüyorlar, yenisi alınıyordu, hatırlarsınız. Bu “üç kuruşa hayat”  oyununun anormal olduğunu çok az kişi idrak etti zamanında ki best seller olabildi o oyun. İşte normalleşen vahşetin ortadoğudaki tezahürü oğlan çocukları benim gözümde Işid. Zavallı oğlan çocukları, kızlar o kadar kolay kandırılamıyor…O nedenle dertler hep kızlarla. Neyse bu ayrı konu.

-SURİYE: Arızaların bol olduğu bir apartmandaki komşular  misali, biz ve Suriye…  İş düştüğünde methiyelerin havada raksettiği, ama genelde apartmana hakim olan fırtınalı havadan nasibini alanın “Yok senin böreğin, benim veledim, yok onun kocası, bunun gürültüsü…” bahane edip kapısını açanın yüzüne tükürmeye hazır beklediği, kimin kimden yana olduğu asla bilinmediği , o benim dahi seyretmediğim dizilerdeki türden ilişkiler…(Bir zamanlar dizilerden kendimi alamazdım, bilen bilir, reklam aralarında bile yerimden kımıldamadan seyrederdim) Ama içsesim hep bunları dinleme, bunları seyretme demiş bana, ki bin şükür öyle komşu olmadım hiç. Birbirini hep kıskanan, pastada, börekte, temizlikte hep en iyisi olmayı hedefleyen , en korktuğu şey altta kalmak olan, müteahhitin zengin hanımına hep yaranmaya çalışan komşular…

-KÜRTLER: Benim çocukluğumun üçlüleri meşhurdu. Bunların eğlencelileri Üçhüreller, Cici Kızlar, Modern Folk Üçlüsü , Mazhar-Fuat-Özkan iken bir de korkulan bir üçlü vardı:  PKK- Öcalan- Kürtler üçlüsü. Diğer üçlüler genelde Türkiye’deki yerlerini hep korurlarken , bu sonuncusunun algısı zaman içinde çok değişmiştir, Einstein nur içinde yatsın, zaman boyutu bunu epey etkilemiştir. Çocukluğuma ışınlanıyorum:  bizim bildiğimiz Öcalan, asla Öcalan diye anılmazdı bir kere, onun bizdeki adı Bölücübaşı Öcalan’dı. Bu ona  benim memleketimin vermiş olduğu sıfattı. Televizyon spikerler hep öyle derdi. Başa her gelen bizde eskiden fazla şey bırakmamaya özen gösterirdi, tüm kadrolar hep yenilenirdi, buna alışığız biz, ama hiçbir dönemde esen rüzgar bu kadar kasırgamsı olmamıştı. Şimdi Bölücübaşı gitti malum Sayın Öcalan oldu. PKK hep kakaydı. Hep terör örgütüydü, ve her Kürt işimize gelmediğinde potansiyel  PKK olarak görülebilirdi, bu ayıp bir şey değildi. Konu hassas, bu nedenle memlekette  o zamanlar hakim olması istenen algıdan bahsettiğimin altını çiziyorum. Öğretilen tarihin aslında  iktidardakilerin tarihi olduğunu bilmediğim zamanlardan…  Ve sanırım Kürtlerin birbirlerine anlattığı hikayeler de başkaymış. Bu hep karşılıklıymış. Bunu büyüdükten sonra o yöreye yaptığım  bir dolu seyahatten, bir dolu kürt dostum olduktan sonra anladım. Oralarda neler olup bittiğini anladıktan sonra anladım.  Gün oldu devran döndü, dünya küçüldü, çoğumuz anladık ki aynı dünyayı , havayı, suyu paylaştığımız herkes gibi onlar da etten, kemikten, kalpten insanlarmış. Onlar da yavrularını bizim sevdiğimiz gibi sever, onlar da bizler gibi aşık olur, onlar da bizim gibi doğar ve ölürmüş. Çoğumuz anladı sanırdım, ama bazılarımız ayıp olmasın diye anlamış gibi yaparmış…

-AMERİKA: Ortadoğulu’yu Ortadoğulu’dan daha iyi tanımasıyla ünlü bir tür mikser.  Sadece zayıf halkalardan beslenen, aklı en çok fitne fücüre çalışan, şekerli bir içeceği dünyaya şifa diye kakalamayı becerdikten sonra, “allasam pullasam anamı bile satarım” mantığının işe yaradığını fark edip, önüne geleni satmayı hayat amacı yapmış bir tür satıcıdır, bizim dilimizdeki karşılığı ise çok okkalıdır, ama neme lazım, blogda yaş sınırı yok, telafuz etmeyeyim. Bu da Einstein’ın teorisine tabidir gözümde, zaman içinde çok değişen bir algısı olmuştur bende. Uzun süredir, insanlarını tenzih ederek söylüyorum bunu,  devlet sıfatıyla   tamamen   dış kapının mandalıdır gözümde. Ama öyle bir mandal ki, maymuncuğa dönüşebiliyor ve nereyi isterse, te oralardan üşenmiyor, zort diye dalabiliyor içeri. Zorba yani bildiğiniz… Anthony Queen kadar da yakışıklı değil bence…

-TÜRKİYE HÜKÜMETİ:  Türkiye demedim, zira bunlar başka bir klan . Bunlar biz değiliz hepimiz biliyoruz, ama bunlar o kendilerinden saydıklarından da değiller aslında. Bunlar uzaydan diyeceğim, uzaylılara ayıp olacak… Devlet desen devlet değil, ne desen , o değil…Ben aslında devletlere  ehemmiyet vermem, inanmam, insan uydurması derim, bana her “Ama düzen, nizam, intizam,” diyene de, hadi oradan derim, sınır sevmem, sınır seveni de sevmem. Ben insan seveni severim, insanı önemseyeni, herkese selam verebileni severim, talep etmeden verebileni severim, böcek dahi öldürmeyeni, yemek yerken şükredeni, inanan, inanmayan herkesi kucaklayabileni, ortalık karıştırmayanı, kendini bilmese bile başkasını yermeyeni, ayırmayanı,  tüm bunları yapamasa bile, ben misal, yapma gayreti içinde olanı, bir gün yapabilme hayaliyle yaşayanı  severim… Sınır sevmem, sınırlarının her anlamda can yakıcılığını sevmem. Bu sebepten bu başımızdaki tayfa hakkında tek söyleyeceğim şey: bunları gusülhanede iyice paklamak gerekiyor, herkesi kırklıyorlarsa, bunları yüzkırklamak falan gerekiyor…öyle bir pislenmişler ki, öbür tarafa almazlarsa ne yapacağız bilemiyorum…Zaten biz bilemeyiz, onu da Allah bilir deyip geçeyim.

Haklarında  yazmak ya da konuşmak  hiç içimden gelmiyor, sebebi dönüp dönüp kendimizde arasam da bu  da tamamen beni ilgilendiriyor. Sebebi dışarıda aramanın sadece kısır döngünün ivmesini arttırdığını düşünüyorum... Ve inanın çok düşünüyorum, içimden gelen sesler beni öyle gerçek olmayan maceralara atmasın diye biraz daha durulmayı bekliyorum… Önce herkes kendisiyle barışacak, bundan her geçen gün daha emin oluyorum. Çağdaşlığın rol modeli Muhtar Kent, Steve Jobs gibiler değil de, Gandhi olduğu gün dünya bir adım atmaya başlamış olacak. Yol uzun, ve meşakkatli... Peygamber de gelmeyeceğine göre bu saatten sonra, dönüp kendine bakanlar birleşecek, başka yolu yok...Tamam konuyu  daha da açmıyorum, bu başka yazı konusu olabilir ya da olmaz bilemem, ne zaman bunu desem hep eşten dosttan fırça yiyorum, ama yaşadığımız her şeyden mesul hissetmenin gelişimin ilk kuralı olduğunu düşünüyorum, başka bir dönüşüm şekli bilmiyorum henüz. Zaten ikinci kuralı da henüz  bilmiyorum... 

Neyse…

İşte bunların hepsi bir balkonda haybeye  itişip kakışırken , balkon tepe taklak oluyor…hoop cumburlop, kasap, keçi, günahtı, sevaptı, Işid’di, Suriye’ydi, Kürt’tü, yok cennete kim gidecekti, hurileri, toprakları, petrolleri kim kapacaktı derken olan aşağıdakine oluyor. Yukarıda saydığım ve aynı cümle içinde neden bir arada bulundukları ilk bakışta pek de net anlaşılamayan “şey”lerin altında kalan, kafasına keçi düşen çocuk da benim zavallı güzel ülkem oluyor…

GÖRSEL: Beyaz Ev Ağva'dan, Rengin'in  boyadığı, benim bayıldığım huzur taşları

1 yorum: