Sosyal medyaya ilk önce merakımdan bulaştım, sonrasında işim nedeniyle epey içli dışlı olduk. Sonra da üç beş kolye satcam diye ne yalan şeyler yaptığımı farkedip, bundan rahatsız olup, Kanada’yı da bahane edip, kimi beni sevenlere göre de (ismi lazım değil, ama başharfi K olan birine göre) çabuk sıkılan biri olduğumdan, işten güçten, ve bunun olmazsa olmazı kendimi pazarlama konusundan uzaklaştım.
Araya bir WADA’da Doping Control Officer’lık alıp dinlendikten sonra (havalı olsun diye ingilizcesini yazdım), bu aralar tekrar ancak etraflarda görünür olursam bereketi de olabilecek şeyler peşindeyim, ve bol bol sosyal medya üzerinde düşünmekteyim. 2004’te falan girdim Facebook’a, ilk katılanlardanım hepsine. Facebook malum, girdiğimde daha gençtim, ama şu aralar tam benim yaş ve üzerinin olayı, ayrılmam ilk göz ağrımdan. Twitter ruh sağlığıma iyi gelmedi, çok laf, çok saldırgan dedim, çıktım asabi yerden. Instagram tam benlikti, ama sadece ilgilendiğim az ve öz şeyleri takip etmek istesem de, tabiri caizse yırtık dondan fırlarcasına reklam ve sponsorlu hesap bombardımanına tutuyor beni ve sinir oluyorum. Tictoc’u ise çok süfli bulup hiç beğenmediğimden hep uzak durdum, ne o ergen muhabbeti, dediysem de sanırım bünyesinde çok şey dönüyor. Süfli olduğu gerçeği değişmeden.
Ne tatlı insanlar takip ediyorum aslımda. Ama sosyal medyayı kuralına göre oynamakta ısrar edenler habire kendi fotolarını paylaşmaya başladılar. İnsan fotosuna duyarlıymış haspam, başka türlü göstermiyor seni başkalarına. Giderek antipatik olanları var içlerinde. Sağa döndüm ben, sokağa çıktım ben, kedi gördüm ben, bunu yedim, bunu içtim, bunu aldım ben. Unfollowla gitsin, diyorum, (ki süper bir unfollowlayıcıyımdır, hiç bakmam ayıp mayıp olacak diye, ilgimi çekmezse basarım düğmeye) ama aslında bana hitap eden şeyler de var o sayfada. Arada derede kalıyorum bazen.
Üretilen şeyin adı içerik. Tüketilen ise hisler.
Sadece görmek ve görülmek için yaşanan bir dünya olduk. Hep önemli fark edilmek, ama boku çıktı. Yaptığın işin önemi fersah fersah geride. Görünmüyorsan yoksun artık. Yanan Bursa görüntüsü önünde kızın biri Sensiz Olmaz şarkısına eşlik ediyor. Millet köpürmüş, hoşa gitmesi zor bir sahne, kabul ediyorum, ama kıza hakaretteki doz aşımı da üstünde durmaya değer. Oysa gelinen durum bu: fonda yangın olsun olmasın, herkes ayna ayna güzel ayna halinde. Sosyolog arkadaşım Nilüfer yazmış: “Sadece görülmek istiyor. Görülme, bilinmek arzusu bu, nasıl görünüyorumu merak ediyor. Hissine yabancı olduğu için bu his ne, nereden geliyor, diye sormuyor. Arzu nesnesi oluyor çünkü nesneleşti bu dünyada. Sosyoloji okusa keşke” demiş. Olay derin yani.
Ben de zamanında hadi len, kör de değiliz, sağır da, ama birbirimizi ağırlamaktan gayri bir şey yapmıyoruz, diye sosyal medyayla ilişkimi katip seviyesine çekmiştim. Hadi buyur elif, netcen bakalım şimdi, diyorum kendime. Bu minnak bloğumu bile kimselere göstermiyor haybinkunduz algoritma. Gerçi sadık okuyucu kitleme ne kadar teşekkür etsem azdır. İki yorum attırıveriyolar, seviniyorum. Neyse, bulcaz bir yol kitlelere ulaştırmaya. Algoritmalara yenilmeden. Yani inşallah.