
Yeni bir yazar girdi hayatıma.
Vigdis Hjorth. Vigdis Yort okunuyormuş. Okunuş önemli. Geçmesini istemediğim arızalarımın bir tanesi de, yanlış telafuz edilen şeylere sinirlenmek. Svit şört, mesela. Değil efendim: svet şört o. Ya da Benıtın. Değil, Benetton, tam da yazıldığı gibi. İnsan isimlerinde daha hassasım. Averaj insan yanlışını düzeltme ihtiyacı duymayabilir. Ama yazarlar, çizerler yine de yanlış söylenmemeli. Bu devirde bakcan kardeşim, google her şeyi söylüyor. Rimbo değil, Rambo hiç değil, Rembo o. Neyse, arızi bir tepki, biliyorum. Ama dedim ya, bu snobluğumun geçmesini istemiyorum.
İşte bu yazarın bu aralar popüler bir kitabını önerdi Asuman. Ona da abisi bahsetmiş. Asuman’ın abisi yazar bu arada, Tolga Ersoy. Yazar doğmuş, doktor olmuş. (Bu da güzel yazma konusu.) Bir sürü okuması zor kitabı var. Ben başka bir isimle yazdığı, nisbeten kolay okunan bir kitabını sevmiştim ama ismini veremem, zira otobiyografik bir kitaptı, anılarına saygı nedeniyle ortalara yazamam. Önerdiği kitap: Annem Öldü mü? Ne güzel isim, di mi? İçinde anne geçen her kitap bana yazılmıştır hissiyle aldım. Ve bayıldım. Çok “hissi” bir kitap. Ama hislere mesafeli yazılmış. Ağlak değil yani. Sheila Heti tadı var. Neyse, ben kimselerle kitap konuşmayı sevmem. Kitap kulüplerini de sevmem. Hele hele genele, yani ortalara kitap önerenlere hiç değinmeyip, teğet geçmeyi tercih ediyorum. Herkesin bir kitaptan aldığı keyif kendine. Ha, eğer aynı tadı almış birine denk geldiysen, muhabbetin tadından yenmez. Ama bana ender olmuştur bu denk gelme. Beğendiğim bir kitabı ileri geri, bir orasından, sonra burasından, tekrar başından okuyup bitirmem çok zaman alır. Dileyen şipşakçılar için, Storytel’de de varmış. Hiç dinleyemedim ben onu. Araya kimseleri almayı sevmem. Baş başa olcaz biz kitapla. (Baş başa ayrı yazılıyormuş, türkçem kıt da.)
Sonra başka bir kitabını indirdim, Long Live Post Horn. Ben hala Toronto Public Library’yi kullanıyorum. Kobo’mu da çok seviyorum. Kitap biriktirmek de bana göre değil. Ölcen gitcen işte, arkada kalana bir sürü iş, onca kitap. Oku ve ilerle işte, istifçilik de ne! İnsanoğlu bayılıyor ölümsüzmüş taklidi yapmaya. Eğer edebiyatçı, akademisyen değilsen ne biriktirip duruyorsun akıllı görüneceğim diye, nafile çaba. Neyse, Postane Günlükleri imiş Türkçe çevirisinin adı.
Bir an durdum, düşündüm. Sadede gelene kadar ne çok kelime sarfetmişim. Konuşurken de böyle zevzeğim: başka bir arızam, ama onun da geçmesini pek istemiyorum. Şimdilik.
Bu kitabın ana karakteri hisleri uyuşmuş, duygularına uzak bir kadın. Karakterin kendi duygusuzluğuna uzaktan bakışına, bundan rahatsız oluşuna hayran kaldım. Keşke ben de böyle yazabilsem, diye imrendim. Ayrıca duygularını hızlıca tanıyanlara da hep imrenmişimdir. Ben hayatımın büyük bir kısmında, evde öğrendiğim şekilde, üzgünüm demek yerine çabuk sinirlenen, fevri bir olduğuma inanmışım, bu yetmemiş, etrafımdakileri de inandırmışım. Korkuyorum, diyememişim, onun yerine her şeyi kırk adım önden düşünüp planlayabilirim diye caka satmışım. Utanıyorum, ise hepten fransız bana. Onun yerine ota boka gülen bir kız çocuğu yerleşmiş içime. Ne güleryüzlü, demişler bana. Onca yıl boyunca, sadece bir arkadaşımın ablası bunun sinir bozucu olduğunu söyleyebilmişti bana. Üzülmüştüm tabi, ama bana iyilik yapmaya çalışmış, ben anlamamışım. Neyse, bir yirmi senedir bunların farkındayım, ama yine de karıştırıyorum çoğunu, stres anlarından karışıyor. En azından karıştırdığımı farkedecek düzeye geldim. İçim daralıyor o anlarda. Susup çekiliyorum kabuğuma. Bekliyorum, terazim düzelsin.
Toplum analizine de girişiyordum ki, yazdıklarımı sildim. Hep kendimden bahsettim, bana haksızlık, oysa etrafım benim gibilere kaynıyor. Kimi farkında, kimi hala kuyruğu dik tutma telaşında. Sosyolog olsaydım keşke. O zaman göğsümü gere gere analizlerimi saçardım etrafa. Ama sosyolog olmayı akıl edecek bir dünya görüşüne ve aynı zamanda not ortalamasına sahip değildim. Ortalaması düşüklere göreydi o bölümler. Hem o bilinçte kendi başıma olmam da yetmezdi, annem kemiklerimi kırardı valla.
Ama bu başka bir yazı konusu olmalı. “Elif Kendini Bilseydi Acaba Ne Olurdu?” Güzel başlık. Başka yazıya.
Okuyana sevgiler, bloğa yorum yapanlar ismini yazsın, seviniyorum birileri okudu diye.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder