6 Mayıs 2021 Perşembe

TÜRKİYE'DE 20 YAŞINDA OLMAK




Yirmişer yirmişer döküldük ortalara, herkes ruh haliyle döküldü, kimi ağlak, kimi şenşakrak, kimimiz bunalım, kimimiz düşman çatlatırcasına. 

Ben de hatırladım, hüzünlendim, şenlendim. En çok da düşündüm: yirmili yaşlarda olmanın Türkiye'li halini düşündüm. Kendi neslimi az çok biliyorum. Bizde enteller, hipiler, tikiler, sesi olmayanlar  vardı. ODTÜ'den gözlemim benim, geri kalanını bilmem. Bir tayfa özel okullular vardı, Özal Türkiye'sinin hakkını onlar verirdi. Yeni yeni kapitalizmin hülyalı kollarındaydık o yıllarda. Okula ilk özel yemekçinin açılmasıyla, bunlarla diğerlerinin arasındaki uçurum elle tutulur, gözle görülür olmaya başlamıştı. Bu tikiler kafeteryanın yolunu bilmezdi mesela. Okul servisi de bilmeyenleri vardı. Özel arabalara, kocaman markalara bürünmüş olarak genelde İdari İlimler ve Mimarlık civarında toplanmışlardı. Sayıları o zamanlar azdı. Sonra sonra çoğaldı bu tür. Bu özel okulluların hepsi ayrı bir steorotiptir. O zamanlar geliştirdiğim, üç cümleden sonra kimin hangi özel okuldan olduğunu tesbit etme yeteneğim hala  takdire şayandır.  Her özel okulun şablonu bellidir bizde, fransız ekolü şuraya, amerikancılar şuraya. Eğer ailede özgün bir şeyler yoksa, hepsi aynı tornanın eseridir. Enteller felsefe falan takılır,  bir Türk entel geleneği olan bol bol çene suyuna pilav ama no action tavırlarla kimseleri beğenmeden dolaşırlardı, bu entellerin zengin olanları zenginliklerinden utanır, öyle değilmiş gibi yapardı bir de hatırladığım, şaşırdığım için anlamadığım. Gaziosmanpaşa'da yaşa, ama hep yokluktan bahset ve ağla...Bir de Anadolu'mun akıllı çocukları vardı, pek göze batmazlardı, ben en çok bunların renkli karakterli olduğunu düşünürdüm o zamanlar. Sonradan  çoğunun kıçının kalktığına şahit olmasaydım, iyiydi. Sen bunların neresindeydin, derseniz, ben Pet Shop Boys ile Erkan Oğur arasında kendimi bilmez bir yerdeydim. Sezen Aksu dinleyenlere yukardan bakar, her boka güler, hem solcu, hem entel, hem tiki, herkesle iyi geçineyim de beni sevsinler tipi birisiydim. Bakın kendime de dürüstüm, sonra "ay  bana lölö dedi, hakaret etti," diye duvarlarınıza ismimi de zikretmeden, üstten üstten döşenmeyin ha! Beğenmeyen okumasın, allah allah...

Neyse, ne diyordum? Bizim nesil farklı farklı da olsak, farklılıkları ortalara dökmek hala ayıptı bizde. Kimse kimseyi aşağılamaz, taciz etmez, bir arada hareket ederdik. Sonrasında da, nasıl olduysa, hepimiz benzer olduk, farklılıklarımız biz  büyüdükçe azaldı, her ODTÜ'lü birbirinin benzeri oldu. Al sana okul şablonu teorim...Analarımıza, babalarımıza benzedik diye düşünüyorum. Oysa daha ilerde bir yerde olmalıydık sanki. Büyüyemedik toplumca. Sorgulayamadık, sonuçlar çıkaramadık, bir arpa boyu ileri gidemediğimiz gibi, geriye geriye de akıyoruz maşallah...Hala üç fidanın dramını her sene ağdalı ağdalı hatırlayıp, nedense üstümüze onlarca yıldır yağan faşizmin kellesini götürecek çözümünü bulamıyoruz, ya da işimize gelmiyor. Oysa iyi dileklerimizin, bol (ve giderek de sistemli bir şekilde arttığına şahit olduğum) dualarımızın, afaklarımızın ardı arkası kesilmiyor bakarsan.   Neyse, can sıkıcı konuları kenara bırakayım, hazır neşelendik azıcık 20lerimizi hatırlayıp...Bu arada, neden oğlanların hepsi üstleri çıplak foto koymuşlar, bu konuyu da başka bir yazıda irdeleyeyim diyorum. 

Sonra annemler nasıldı, diye düşündüm. Anadolunun göbeğinde bir kasabada, Keskin'de  tutucu, içkici, saygıdeğer banka müdürü memur babanın hırslı kızı olmayı ilk kez bu kadar düşündüm. Tamam belki seni çocuk yaşta satmamışlar, beşiğini kertip hayatını karartmamışlar, ama  okutmamışlar da. Ankara'daki halası yanına istememiş annemi, oysa dayımlar Ankara'ya okumaya gönderilmiş. Annem de yazmış reçetesini o zaman: "seni görmüyorlar mı Tomriscik, o zaman sen de göster onlara" mottosuyla taarruza geçmiş ve dünya da görmüş gününü, diye kibarca ortaya koyayım, anlayana. Memleketimin görünmeyen onca kızından biri annem. 

Babam ise işçi evladı. Hiç tanımadım dedemi. Bizim ailede hikaye anlatılmazdı ama nedense ileri görüşlü bir işçi olduğunu düşünüyorum, ufak tefek tüyolardan. Çalışkan Türk genci, uçurumların, sınıf ayrımlarının nisbeten daha az farkedildiği yıllardan. Baba işçi, ama onu İstanbul'a özel okula göndermiş. Hiç delikanlı gibi göremediğim biri babam, memleketimin hiç genç olamamış tayfasından. Nasıl olsun, bir aile yükü binmiş üzerine babanın erkenden  kör olmasıyla, bir de kör kardeş yanında. Çalış, çalış, çalış ondan sonrası... Hiç genç olamamış birinden, bizim ergenliğimizi, gençlik hezeyanlarımızı anlamasını beklediğimizi şimdi idrak ediyorum. Anlayamadı.  Anlamaya da çalışmadı.Yeni yeni anlıyorum bunu da. 

Arada bir dönüp bakmak iyi bir şey geçmiş dalyalara. Onca telaşta bir soluklanmak gibi bir şey oluyor. 

Bugünlerin yirmili gençlerine gelince, köhne, "sonu gelmiş" (bu deyiş bana ait değil, ondan tırnak içinde) gibi görünen bir ülkede- hatta dünya diyeyim şuna da, olsun bitsin- yollarını bulmaya çalışıyorlar.  Eleştiriyor çoğumuz, ama biz yetiştirdik onları, bu topraklarda yetiştiler. Sonu gelen ülke de şu yukarda bahsi geçen bizlerin eseri. Hiç hakkımız yok eleştirmeye, ne kadar çalışıyoruz anlamaya? Dünyalarını anlamayan, hıza yetişemeyen öğretmenlerin ellerinde büyüdüler. Baskın bir gelenekçi düzenle, hızla değişen dünya arasında girdaptalar. Onlar da bir gün bakacaklar yirmili yaşlarına, dehşet bir hızla geçen zamana.  Kimi güzel hatırlayacak, kimi havalı, kimi daha mütevazi hatırlayacak, kimi de acıyla bakacak geçmişe.

Böyle gelmiş, böyle  gidecek bu dünya, diyesim var... İki ileri bir geri, mehter takımı misali...

Okuyana selamlar...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder