15 Eylül 2019 Pazar

MAZLUME / NAZMİYE

babaannemin temsili resmidir


Babaanem anlatılmaz yaşanır, desem, sanırım hakkını vermiş olurum kadıncağızın. 

Mazlume ve/veya Nazmiye, ismi bile muamma bir kadındı. Kendisi bilir miydi sahiden ismi ne, onu bile bilmiyorum. Bu isim çelişkisinin üvey anneyle büyümesinden kaynaklandığı ara ara aklıma gelir. Aile içinde başka isim, elaleme başka isim, zamanının modasıydı belki de. 

Benim bu hayatta fiziğimi borçlu olduğum zattır. Karalığım, kıvırcıklığım, koca götlülüğüm, ve son zamanda farketmeye başladığım ağzımın yamukluğunu hepsini kendisine borçluyum.  Annemle benim arama- hadi iki kere kabalaşmayayım, özellikle popoyla ilgili kısmı- hep azarlama fasıllarında girmiştir sağolsun. Tek tesellim, hala yalpalamıyor oluşum. 

Hep anlattım, evlere şenlikti babaannem. Sürahi Hanım tiplemesi huyuyla, suyuyla sanki onun üzerinden tasarlanmıştı. Başında yemenisi, hep bir şeyler tıkınırken hayalimde- bak tıkınma kısmında da ona benzemişim. Yine annemle aramıza giren bir özelliğidir: "babannesi gibi sümtük". Kahverengi ve siyah arasında ne kadar sönük, boz, ışıksız ton varsa, hepsini üstünde taşırdı. Topallar gibi bir sağa, bir sola sert vurgularla yürürken, orlondan yeleğinin uçları sağı, solu ahenkle savrulurdu. Hep düştü düşecek sanırdınız.

Hiç önünden ayrılmadığı pencerenin kenarındaki divana çıkarken besmelesini  çeker, besmeleye ahenkle bir ayağını da altına çeker, kısacık bedenini özenle yerleştirdi. Bu kendince büyük hamlenin ardından, alt dudağını sarkıta sarkıta,gözlerini devire devire, ne olduğunu kendisinin de bilip anladığından emin olamadığım fısıltılı dualar eşliğinde boynunu uzatır, elinde (yiyecek bir şey yoksa) kahve ve siyah arasındaki tonlardan birinde tespihini çeke çeke  sokağı seyre başlardı. Hep bir şeyler yerken hatırlıyorum babannemi. En çok da karpuz. Babaannemle özdeşleştirerek, hayatımın uzunca bir bölümünde kendisine çok gıcık olduğum karpuz. Şıpır şıpır suları etrafa saçılan, çekirdekleri çitlenirken, siyah böcekimsi kabukları etrafa saçılan karpuz. Erkek kardeşim seviyor diye, yazın her gittiğimizde evinde bulunan karpuz. Beni görünmez eden, dışlatan, bok gibi hissettiren, kardeşimden soğutan, babannemden tiksindiren, ayırımcılıkla müşerref eden hain karpuz. 

Karpuz kadar ve/veya karpuzun önayak olmasıyla sinirimi bozan başka şeylerin listesi:  içinde maydanoz bulunan, küçük çukur tabaklardaki bol sulu yemekler, plastik tuzluklar, şeffaflığı sizlere ömür sürahiler, kendine has kokusu olan muşamba örtüler. Bunlar hala bir yerde karşıma çıktığında, içimden bir tiksinti dalgasının ayaklandığını hissederim.

Son dönemlerinde, Tan gazetesine merak sarmıştı. Hatırlarsınız belki,  absürd müstehcen haberlerin olduğu, gözü bantlı tecavüz edilmiş eşek fotoğrafıyla hafızamda yer etmiş Tan gazetesi. Her şeyini okur, önüne gelen herkese anlatırdı. Dış dünyayla bağlantısı pencere kenarı ve Tan gazatesinden ibaretti. Arkadaşı var mıydı, görmedik, bilmedik. özlemleri, hayalleri, dilediği bir şeyler var mıydı, sormadık. Hep anlattığı cadı üvey anne hikayesinden başka neleri hatırlardı, merak bile etmedik. Düzenli olarak milli piyango bileti aldığını düşünürsek, muhtemelen vardı rüyaları.

Bir kelime gördüm bir yerde: babaanne, ve bunları geçti içimden. Şuraya koyayım dedim. 
Sizden ricam, eğer hala dinden imandan soğumadıysanız, bir dua gönderiverin Mazlume/Nazmiye Hanım'a, ve diğer tüm hikayesini merak dahi etmeden sinir olduğumuz diğer babaannelere.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder