Beni kahve tetikliyor...
Sabah kahvemi içerken değil de, genellikle yaparken akıyor
içime yazılar...Neler yazıyorum o arada, bilseniz, yazsam sahiden roman olur.
Oturmuyorum çoğu zaman klavye başına. İçimden yazıyor,
içimden okuyorum.
Bir yere dökmesem de, döksem de, o kelimeler beni sakinleştiriyor.
Eğer ki kağıda- ekrana- word dokümanına-bloğa dökmüşsem
aklımı ziyaret edenleri, o zaman birileri okusun istiyorum. Bekliyorum.
Bakıyorum. Like’ları saydığımı farkediyorum.
Halbuki içime yazıp, içimden okuyunca, sadece keyfi kalıyor.
Diğer türlü, beğenenler, beğenmeyenler oluyor. Etkilenmediğimi
düşünsem de, geri bildirimlerden haz alıyorum.
Ne kadar üstünde çalışsam da, ben alkışlar için eğitilenlerdenim...
Görüldüğü zaman var olduğuna inanan, görülmediği zaman “hiç”
olduğuna inandırılmışlardanım.
Folklor ekibinde herkes kırmızı şalvar giymişken, çingene
pembesine layık görülendim ben.
Herkes sadece öğrenirken, derecelere oynayandım.
Herkes yaşar giderken, ben nefes nefese hayatla
yarışanlardandım.
Mutluyum, mutluyum diye coşanlardandım.
Yapıyorum, yapıyorum diye haykıranlardandım.
Burdayım, burdayım diye bağıranlardandım.
Ne kalabalığız aslında biz.
Ne kalabalığız aslında biz.
Şimdi ise sadece fısıldıyorum: yazıyorum, yazıyorum diye.
Bazen yazıp yazıp atıyorum.
Evet, biri bana “kalbime dokundu yazın” dediğinde içim
ısınıyor.
Yine de sadece senelerin ağırlığını atıyorum diye
yazıyorum...
Öyle çok haybeye teşhir etmişim ki kendimi, görünür olmaya
tırsıyorum.
Çok şükür, kendimi daha az kandırıyorum.
Yani en azından öyle sanıyorum.
Yani en azından öyle sanıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder