19 Ağustos 2016 Cuma

BUYURUN, DÜNYA SİZİN



Bir önceki yazıma çok güzel yorumlar aldım, herkese teşekkürler tekrar.

Birisi uzun bir yanıt gerektirdi, buradan yazacağım cevabımı.

Yorum benim genç arkadaşlarımdan birinden, Işın Ünlü’den  gelmiş. Yüz yaşına kadar yaşamayı dilediğimden, arkadaşlarımın yaş ortalamasını düşük tutmayı severim ben, bir de kendi kuşağımı biraz demode bulurum, ne yalan söyleyeyim... Gençler bana hep ilham kaynağı olmuştur, severim ben onları...

“İnanılmaz güzel bir yazı olmuş Elif ablacım, ellerine sağlık. Sadece "enerjini suçlamaya değil, düzeltmeye harca..." olan kısma katılamadım. Son paragrafta Ayşe'nin yerine kendimi koyarak okuduğumda (sanki benimle konuşmuşsun gibi) içimden yükselen "bu ülke bana ne kattı ki ben onu düzeltmeye uğraşacağım?" çığlığını bastıramıyorum. Ülkeden öğrendiğim şey tabiki çok fazla ama benden götürdükleri de o kadar fazla ki bu fazlalıklara baktığımda ne kendi vatanımda ev sahibi gibi hissediyorum -her şey/herkes çok yabancı- ne de bundan sonra gideceğim/yaşayacağım ülkede ev sahibi olacağım. Arada sıkışıp kalan, aidiyet duygusu olamayan bir nesil olarak yetiştik ne yazıkki. Kayıbız ve tutunamıyoruz”

Güzel Işın'cığım, sizin kuşağın  payına böyle bir dünya düşmüş. Biz de aidiyet duygularına sarıla sarıla bu hallere düştük. 

Biz, özellikle ortadoğu insanı, önce ailesiyle çok gurur duyar, nasıl bir cenderedir sorgulamadan...Sonra hemşerilik müessesesi gelir, yine sorgulamadan sığınılır onun o insanı boğmaya hazır kollarına. Aşiretler de cabası...Ortadoğunun başını boktan kaldıramamasının en büyük sebeplerinden biridir bu sorgusuz sualsiz ait olduğun bünyeyle tek vücut yaşamanın verdiği haz. Ait olduğun şey seni hep korur kollar, ucuyla verir, sapıyla çıkarır gözünü insanın eğer uyanık ve objektif olunmazsa. Sonra memleket gelir gururla sırtta taşınan... Hele biri lâf etmeye kalksın güzel ülkene...Sorgulamaya geçit yoktur hiç. Tabular, tabuları kovalar...Bakamazsın objektif bir şekilde karşındakine, ezer seni elâlem baskısı. Diyemezsin gördüğünü, kaparsın gözünü, sonunda alışırsın ait olmaya...

Günümüzde bu aidiyetlere bir de kaptalizmin üstüne eklediği aidiyet yükleri gelir: okullar, etiketler, şirketler, dernekler, gruplar, sosyal sınıflar...

Bunlardan hiç birine ait olmadığını düşün bir. Imagine... Bak şarkısı bile var, herkes pek sever de , gerçekten ne der o şarkı anlar mı bilinmez...

Bizim sınırlara, bayraklara, inançlara, etiketlere  sarılmamiz dünyayı bu hale getirdi.

İnsana yaşanacak bir toprak, sığınacak bir dam gerekti. Tuttu sınır çizdi etrafına, “Burası benim, burası senin” dedi. Sonra, “Benimki daha iyi, seninki kötü,”   dedi. Ona gereken bir damdı, markaladığı topraklara ait hissetti, ihtiyacının önemi kalmadı.

İnsana inanç gerekti. Önce güzel güzel idare ediyordu güneşle, ayla, sadece doğayla... Rehberler çıktı, “Dediklerimi takip et,” diyen. O anladı, “Beni takip et.” Altlarında birleşti, gruplar oluşturdu, adına din dedi. Önce “Bu benim dinim, bu senin” dedi. Sonra, “Benimki daha iyi, seninki kötü,” dedi. Ona gereken bir inançtı, markaladığı dinlere ait hissetti, ihtiyacının önemi kalmadı.

Sonra da suyu çıktı işin...

Yeter. Siz, bizim aklımızla düşünmeyin artık...

"Bu ülke bana ne kattı ki," demişsin. İnsana yaşadığı her şey bir şey katıyor. Yaş aldıkça göreceksin ki, en çok da acılar, sıkıntılar, zor zamanlar insanı büyütüyor, geliştiriyor. Biraz kulağa tuhaf gelse de, inan bu ülke sana neler katmış, bir gün beni gülümseyerek hatırlayacaksın.

Ait olacak bir şey ararsan, dön kalbine bak. İçindeki insanlığa ait hisset kendini, bizim aidiyetlerimizin unutturduğu, aslında hepimizin içindeki insan biat et sadece. Bir filozof gibi bilgece yaşamaya biat et. Gücünü, dünyanın dört bir köşesindeki (hehe, köşesiz biliyorum aslında) seninle aynı kaderi yaşayanlardan al. Sen daha çok para kazanmaya çalışmaktan ziyade, daha güzel bir insan olmaya çalıştıkça, yaşadığın yere katkın büyüyecek. Bir dolu genç göç halinde şu an. Herkes bir yerlerden kaçmaya, göçmeye çalışıyor, ait olduğu topraklardan, başka diyarlara akıyor.Dünya hızla değişiyor. Ayrıldığı yeri bırakamayan, gittiği yerde de nefes alamıyor, o aidiyet onu boğuyor.

Bırakabilen özgürleşiyor. Güzel yaşıyor.

Sevmeye devam edeceksin sen de doğduğun toprakları her zaman, ama sevgi bizde bağımlılıkla karışıyor...

Önce annesini ailesini bırakamıyor insan, bırakırsa herkes ölür sanıyor, sonra memleketini...

Kimse ölmüyor. Herkes herkesi sevmeye devam ediyor, sadece bağlar kesilince insan gerçekten  yaşamaya başlıyor.

Unutma, toprak hep aynı toprak,  hava hep aynı hava, su aynı su.

Korkma, kızıma da söylüyorum hep. Bırakmaktan korkma.

Tek amacın önce kendini mutlu etmek olsun hayatta. Ancak mutlu  bireyler mutlu toplumlar oluşturur.

Bu saçmalıktan kudurmuş dünyaya yeni doğan sizler, siz başkasınız ve dünyayı daha yaşanır kılmak için bizden daha akıllı davranacaksınız...


Eminim güzel Işın'cığım. Hepinizin yolu açık olsun...

Buyurun, dünya sizin.

Bu yazıyla ilgili, çok sevdiğim bir TED Talk'u da ekliyorum, "Where is Home?", Pico Iyer, Hindistan doğumlu, İngiltere'de büyümüş, Amerikalı bir yazar... Dinleyin bakın, ilham ve umut verici. Değişen dünyanın gençlerinin bu konuşmayı kalplerine yerleştirmelerini diliyorum...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder