Her masalda olduğu gibi.
Gerçeklere uzak,
hayallere yakın bir yerlerde, ne yeryüzünde, ne gökyüzünde, her yerde ve hiçbir
yerde bir küçük oğlan yaşarmış. Kimi kimsesi yokmuş bu lüle lüle saçlı oğlanın.
Öyle yalnız, öyle yalnızmış ki, bazen kendisi var mı yok mu, onu bile
bilemezmiş. Sadece saçlarını çok eskiden seven birini hatırlarmış. Bir kadınmış
hatırladığı, hep bir ses hatırlarmış, ama ne söylediğini hatırlayamazmış. Onu hatırladığında içine hep bir meltem
esermiş, öyle bir esermiş ki, daha fazlasını hatırlamak istermiş, ama
uğraştıkça hatırlayamaz, daralır, sıkılır, hepten yalnızlığına gömülür, içli
içli ağlarmış. Bundandır ki, hatırlamaktan nefret edermiş. Ağlamaktan nefret
edermiş. Yalnızlığından nefret edermiş.
Bir gün, masal bu ya, rüyasında yine duymuş o serin sesi,
hissetmiş saçlarına değmeden seven tatlı yeli. Kalbinden bir dua geçmiş, aklı
itiraz etmiş:
- Burada kalmak istiyorum ben artık, rüyamın içinde, bu
esintide, uyanmayacağım, uyanıp kahrolmayacağım, sonsuza kadar essin istiyorum
bu ses, bu nefes. Ne olduğunu bilmesem de, uyanmak istemiyorum.
-Uyan güzel oğlan, uyan, bana yardım et.
Pınarları yaşla dolu gözlerini açmış oğlan. Ve nefesi
kesilmiş, karşısında o güne kadar hiç görmediği, ne olduğunu bilmediği
güzellikte bir yaratık varmış. Her şeyi unutmuş, gözleriyle gördüğüne, kalbiyle
değdiğine tutulmuş. Ne ses kalmış hafızasında, ne o serin nefes
saçlarında. Uyandığına şükreden
gözleri kalmış bir tek oğlanda.
Nefessiz fısıldamış:
-Nesin sen?
-Hiç mi tekboynuz görmedin kıvırcık hayatında? “ demiş
yaratık, “ unikorn da diyebilirsin, ama ben dil konusunda hassasım, onca yer,
once gök dolaştım, yıllara, yollara rağmen dilime kültürüme sahip çıktım,
tekboynuzda ısrarcıyım. Lütfen bana yardım et. Ejderhalar peşimde, lanet olsun,
bir türlü kurtulamadım şunlardan. Evren kazan ben kepçe, dolanıp duruyoruz
birbirimizin peşinde. Etraf da pek tenhaymış senden başka kimselere
rastlamadım, yardım et bana.
Anca nefesine kavuşan oğlan bir an bile tereddüt etmemiş:
-Senin için her şeyi yaparım, dağlara çıkar, aya dalarım.
Yeter ki söyle bana. Ejderhalarla savaşırım. İstersen kaleler yaparı… İster altından,
istersen gümüşten. Sen nasıl ışıldasın
istersen. Yeter ki benim ol. Benimle ol.
Sonsuza kadar seninle kalayım, yeter ki hep seninle olayım.”
Oğlan birden “nefes” kelimesini duyunca bir sarsılmış. Daha
üç dakika önce uyanmak istemediği rüyayı hatırlamış, o sıcak esintiyi
hatırlamış. Hiç uyanmak istemediğini hatırlamış.
Bütün bu mahmurlukta, tekboynuzun yakarışını duymuş aniden:
-Yardım et bana yakışıklı. Aç ağzını, içine gireyim. Onların
derdi benimle, sana dokunmazlar… Müsaade et, içine saklanayım. Onlar gelince,
beni sorduklarında, “Ben hiçbir şey görmedim,” dersin.
Yalvarması öyle içtenmiş ki, oğlanın kalbi dayanamamış. Bir
an düşünür gibi olduysa da, açmış ağzını kocaman. O güzelim tek boynuz şaha
kalkmış, kalkmasıyla bir an rengarenk bir gökkuşağı olmuş, ağzından içeri bir
nefes kadar kolay girivermiş. Oğlanın içine aynı rüyasındaki güzel his
yayılmaya başlamış, hem de bu kez uyanıkken …
Ve o esnada karşıki dağdan tozuyan dumanı fark etmiş. Tam üç
tane ejderha kafası görmüş, vücutları tozdan, alevden görünmez haldeymiş. Hiç
korkmamış, içindeki huzur öyle büyükmüş ki, beklemiş yaklaşmalarını.
-Delikanlı, buralardan hiç tekboynuz geçti mi, deyiver bize.
-Önce bir selam verir insan ejderha kardeşler. Neden
sorarsınız?
-Peşindeyiz, onu ararız biz. Yaptığımız anlaşmaya karşı
geldi, elimizden kaçtı, bedelini ödeyecek!
-Anlaşma neymiş , merak ettim…
-Bu unikorn aslında sıradan bir köylü kadındı. Bir gün dağda
odun toplarken karşılaştık. Çok güzeldi, ama çok fakirdi. Çok dertliydi. Biz
ona rastladığımızda “Bıktım bu hayattan,” diye ağlayıp duruyordu. “Bıktım bu
fakirlikten, bıktım bütün gün üstüme yığılan işlerden, bıktım bütün yapmam
gereken şeylerden, ölsem de kurtulsam,” diye ağlıyordu. Biz de ona acıdık. “Gel
ağlama, seni dertsiz tasasız yapalım,”
dedik. “Gel yorulma, seni işsiz, güçsüz yapalım,” dedik. “Gel ölme, seni
ölümsüz yapalım,” dedik. “Ama karşılığında
sen de bizim olacaksın, yanımızdan ayrılmayacaksın, senden fazla bir şey
istemiyoruz, bizim hiç arkadaşımız yok, bize arkadaş olacaksın.” O da seve seve
kabul etti. Biz onu tekboynuz yaptık. Her şey çok güzeldi başlarda. Yanımızdan
ayrılmıyordu hiç, keyfi yerindeydi. Ama zaman geçtikçe çok üzgün olmaya başladı. Neşesi gitti, hep
surat , hep surat! Hep eski hayatını özler! Biz de kendisini çekemez olduk.
Bizim istediğimiz bizi neşelendirecek arkadaştı, yerine kasvetli biri geldi.
Kasvet, karanlık bizde zaten var, napalım fazlasını. Hep kalbinin acıdığından
bahsetmeye başladı… Neşemiz kaçtı, halbuki biz onu ölümsüz bir unikorn
yapabilmek için gücümüzden epey büyük bir kısmını harcamıştık. O bize ihanet
etti. Ve bir kavganın ardından, kaçtı gitti bizden. Aylardır kaçmakta, ama
bizim de onu bulmamız lazım, kendimizi kazıklanmış hissediyoruz. Bedelini
ödeyecek! Onu öldürür, kanından içersek, biz de kaybettiğimiz güce
kavuşacağız…Yani bize yardım edersen, adalet yerini bulmuş olacak!
Bu üç canavardan hiç korkmadığını fark eden kıvırcık oğlan
şaşırmış. O rüyadaki güzel hisse borçluymuş korkusuzluğunu. Biri seslenmiş
derinlerden, içinden: “Bana yardım et!”.
Cesaretini toplamış, ve üçüne birden demiş ki:
-Ey korkunç ejderhalar… Gördüm ben sizin dediğiniz yaratığı.
Haklılığınızdan emin oldum, size kazık atmış. Cezasını ödemeli. Yardım
edeceğim. Size ne tarafa gittiğini göstereceğim, gelin peşimden.
Ejderhaları takmış peşine. Az gitmişler, uz gitmişler, dere,
tepe düz gitmişler, ve gele gele bir yara gelmişler. Oğlan biraz geride durmuş,
demiş ki:
-Sanırım aşağıda, nehrin kenarında bir kovukta saklanıyor.
Bana da kartal kardeş söyledi, “Öyle güzel bir yaratık gördüm ki,” dedi, “eşi
benzeri yok dünyada, girmiş bir yar dibindeki ağaç kovuğuna, titreyip duruyor,
ejderhalar peşimde, diye sayıklıyor.”
Ejderhalar keyiften dört köşe, oğlana teşekkür etmişler, onu
ödüllere boğacaklarına söz vermişler. Ve yarın kenarına kadar gidip aşağıya
nasıl ineceklerini düşünüp tartarken, oğlan arkalarından sessizce yanaşmış,
masal bu ya, kendisinin de nasıl olduğunu anlamadığı bir güçle hepsini arka
arkaya yardan aşağıya itmiş.
Arkalarından bakınca, aşağıdan geçen nehrin birden kahverengimsi kırmızı kana bulandığını görmüş, derin bir
nefes vermiş.
Vermesiyle , içinden ılık, rengarenk bir bulut dışarıya
süzülmüş. Bu çok yoğun rengarenk bulut önce gözlerini kamaştırmış. Sonra
gözleri yavaş yavaş görmeye başlayınca birden karşısında upuzun ipeksi sarı
saçları, eski püskü elbiseleriyle bir kadının durduğunu farketmiş. Kadın ona
kollarını açmış:
“Yavrum!” demesiyle,
gözyaşlarıyla oğluna sarılması bir olmuş.
O sesmiş! Rüyasındaki ses.
O dokunuşmuş! Rüyasındaki dokunuş.
Oymuş meğer, annesiymiş rüyalarında ayrılmak istemediği…
-Yavrum, demiş… Yavrum… Beni affet… Bir anlık mutsuzluğuma
yenildim. Hayatımdan hiç memnun olmadığım bir anda, nefsime yenildim. Anneler
de insan, hata yapabilirler. Ama ne dertsizlik, ne tasasızlık, ne ölümsüzlük,
ne de başka hiç bir şey beni mutlu etmedi. Sende bıraktığım parçam beni hep
kahretti. Her şeyim vardı, ama hiç tamam olamadım. Daha ilk gün pişman
olmuştum, ama kaçamadım. Sadece rüyalarına girebildim, beni unutmaman için, beni
gördüğünde tanıyabilmen için. Seni bulursam, bana bir tek senin yardım
edeceğini biliyordum. Büyüleri bir tek gerçek sevgi bozabilir. Bütün
hataları bir tek gerçek sevgi affedebilir. Beni affedebilecek misin?
Kıvırcık oğlan zaten öyle mutluymuş ki annesinin kollarında,
nefesi yüzünde, sesi kulaklarında.
-Anneciğim, demiş… Ben seni hep ne beklediğimi bilmeden
bekledim… Uyanığım ve yanımdasın… Daha ne isterim…
Ve o anda gökten üç elma düşmüş…
Biri mükemmel olması
gerekmeyen her anneye, biri affetmeyi yol yakınken öğrenebilen her yavruya, biri de zaman
ayırıp bu masalı okuyana…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder