Özlemek derin mesele, iyi anlamak lazım, herkese gerekli, bu nedenle yatırdım masaya…
Bundan sonra her yazımın bir de yazarken dinlediğim müziği olacak...Ben müziksiz yazmıyorum, siz de müziksiz okumayın diye düşündüm...Ve herkes YouTube'a giremiyor diye de güzellik yaptım, başka linkten paylaştım, link yukarıda resmin altında...You Tube açılana kadar idare edeceğiz.
Ben o harika anne-teyze-annenanne eteği çadırında büyüyenlerdenim. En güvenli çadırdı benim bildiğim, direklerden biri çökse, diğer ikisi sapasağlam kalır sanırdım. Öyle olmadı. Teyzem göçtü gitti. İlk özlemim teyzemdir benim, canım kadar sevdiğim. 6 yaşındaydım beni bırakıp meleklere gittiğinde ve o güne kadar hiç kimseyi özlemek zorunda kalmamıştım. Ama hala tarif edebilirim: öyle bir acı ki sanki daha önce hiç acı çekmemişim gibi. Durup dururken küçücük göğsümde titreyen bir sızı, böyle göğüste başlıyor, sinsice buruna doluyor ve orada bekliyor, bir yere gitmeden. Benimle beraber uykuya giden, uyanır uyanmaz başlayan bir sızı. Benimle her yere gelen, yiyen, içen bir sızı, yerleştiği yerden memnun, bense gayet na-memnun. Teyzem nereye gittiyse ben de gitmeyi çok istedim, anlatamadılar neden olamayacağını. Bir daha göremeyeceğimi de anlayamadım seneler boyunca. Gördüm sandım, belki de gerçekten gördüm , sağda solda, rüyalarımda. Açıklamasını yapamadılar bana. Kim yapabilir ki? “Yazık, çok özlüyor,” dediler, o zaman öğrendim hissettiğimin ne olduğunu. Başkalarını bilemem, ama benim çocukken özlemek fiiliyle tanışmam bu şekilde olmuştur. O uzun süre hiç sevemediğim hisle. Özlemenin en baltalı Zagor, yani en vahşi halidir bu......
Sonra yurtdışı maceramız başladı. Şimdi herkes yavrusunu psikolojik travma yaşamasın diye sınıf bile değiştirmeye çekiniyor, ben iki senede bir okul değiştirenlerdenim, miniminnak iken daha. Travmalar benden tırsar oldu bir süre sonra. Bu yıllar özlemin hayatımın önemli bir parçası olduğu yıllar. Kendisine karşı nefretimin azaldığı yıllar. Kendi irademle edindiğim ilk arkadaşlarımdan ayrılmıştım, yaş 11. Neyse hepsi sapasağlamdı bu kez çok şükür. Dönülmeyen bir yere de gitmiyordum görünen o ki, döndüğümde hepsini bulacağımı sanıyordum, o zamanlar bilmiyordum ki maceram seneler sürecek. Hem okumam yazmam da vardı, 6 yaş zavallılığında değildim. Başladı mektuplar, gelen mektup ağlatır, giden ağlatır. Telefonla bile konuşamazsın ki, önce yazdırmak gerekirdi. Zaten temel ihtiyacım olan çekirdek ailem de yanımdaydı. Özlemekle ilk karşılaşmamız kadar berbat değildi hissettiğim şey, keyfine varmaya başladım o yıllarda. Özleyip özleyip, sonrasında kavuşmanın, sarılıp sarmalanmanın keyfini almaya başladım. Bu özlemek bazen güzel bir şey olabilir miydi acaba?
İkişer yıl arayla okul, çevre, arkadaş değiştirdim sonra, ergenliğe denk gelmese iyiydi ama mektup konusunda da uzmanlaşmıştım artık. En damar mektuplar nasıl yazılır çözmüştüm. Aslında birlikteyken çok da yakın olmadığım, ama mektuplar sayesinde perçinlenmiş muhteşem arkadaşlıklarım oldu, dünyanın her yerinden. Ama ilk mektup arkadaşım Gülriz’in yeri bende başkadır. Onunla zaten iyi arkadaştık, beraber ama uzakta büyüdük biz. Hala da öyleyiz, hem uzak, hem hala çok beraber. Muhteşemdir özlemek ve mektup ilişkisi, yazdıkça daha çok özlediğini düşünürsün, özledikçe daha çok yazasın gelir, muhteşem bir haz vermeye başladığı yıllardır özlemenin. Pul koleksiyonu, PTT, posta kutusu yılları. Bizim çocuklar bu keyfi tanısın çok isterdim, bir mektup için gün saymayı, postacı saatini beklemeyi, özenle açıp, özenle mektup saklamayı, ara ara açıp tekrar tekrar okumayı ucundan tatsınlar isterdim. Heyecanla sms bekliyorlar şimdi çocuklar, nefes tutma süresi. Gün sayardık, o da yaklaşık olarak belirlenirdi, mektubunu alır almaz geri yazdığı farzedilerek sayılırdı günler. Özlemenin evcilleşmiş halidir bu hali...
Ben her gün gördüklerime de mektuplar yazardım aslında, saçma gelse de kulağa, ertesi güne kadar insan birini özler mi, özlerdik işte gençlik yıllarında. Her türlü saçmalık çok gerçektir gençken. Bu da yeni bir çeşit özlemekti, daha öncekilere benzemeyen ve bence en şirini . Sevgililer özlenmeye başlanır o yıllarda, beraber değilken, bir gece uzaklaşınca mesela. Hele o uzun yaz tatilleri, aman allahım, özle özle bitmez. Artık telefon vardı o yıllarda, sabit telefonun yanına çömersin, saatlerce bıdıbıdı, şimdinin watsapı yani, ama sözlüsü. Anne gelir gider kaş göz yapar, kapatıyormuş gibi yaparsın, ama sadece ışığı kapatırsın, fısıltıya geçilir. Sabah saat 4’e saat kurup telefon başı beklemişliğim de vardır, ne o, sevgili askerde. Şirin değil de ne? Kapattığın an tekrar özlemeye başlarsın. En sabırsız özleme şekli budur bence, özlemenin dibi de tabir edilebilir günümüz jargonuyla, dedim ya, en şirini. Mektupların en çok seni özledim, özlüyorum, özleyeceğim, cümlelerini içerdiği durumdur gençlik özlemeleri, başka da cümle kurulmasına gerek kalmamıştır, edebi içerik sıfıra yakın, gerekmez de. “Seni özledim,” yeter, en minimalist halidir özlemenin.
Büyüdükçe, evden barktan uzaklaştıkça, başka şehirlere, diyarlara iş, eş gibi durumlar sebebiyle göçtükçe artık özlemeyi pek de umursamamaya başladım ben korkarım. Sadece harfleri kaldı kelimenin, içeriği ise boşalmaya başladı kim ne derse desin. Ve averaj bir yetişkin, artık o yaşlarda alışır özlemekle yaşamaya. Çünkü hayat artık çok doludur, özlemek için yer açmak gerekir. Öylesine dersin, “özledim”i. Artık bir telefon repliği, ya da sms cümlesidir: “Ay çok özledim, bir görüşelim.” En yalan halidir özlemenin...
Nereye gitmiştir o güzelim özlemek? Başladığı yere bakın, geldiği noktaya bakın bir de…Yüreklerde titremeyken küçücükken, parmak uçlarındadır yetişkinin, epeyce dışlanmış diyebiliriz bünyeden. Gerçi ben bunlardan pek olamadım, “özledim, özledim,” deyip de görüşmeye yanaşmayanlarla senelerce küstüğüm olmuştur, "arızalısın," derlerdi bana, hatta buna ben bile inanmaya meylettiğim anlar hatırlarım, ama olay sadece büyürken kendine sahip çıkmakmış, sonradan anladım. Meğer tüm üzüntülerini, kızgınlıklarını kendine kılavuz yapmayı öğrenirsen, hayat çok keyifli bir oyunmuş, allahtan anladım...
Devam ediyoruz, özlemenin birinci dereceden anlamı yaş ilerledikçe başka hal almaya başlamıştır. Çoluğa çocuğa karışınca birden yüz seksen derece dönüş yapar bu özlemek. Orta yaş kapıdadır. O dopdolu yaşandığı sanılan hayatların, satın almaların, sahip olunan ” her şeyin en iyisi” nden beklenen hazzın dolduramadığı içler bu kez yuvadan uçan kuşlar için duyulan özlemle dolmaya başlar. Evlat özlemiyle birlikte özlemenin kaybettiği itibar geri döner. Etraf bir anda çocuklarının özlemiyle yanıp tutuşanlarla dolmuştur. Sabah evden çıkıp, öğlen çocuğunu özleyen insan tanıyorum, yemin ederim. İş seyahatlerinin en baş konusu olabilir yavru özlemi, karılar kocalar aynı derecede özlenmeyebilinir, sorun yok. Ama çocuğunu özlemeyeni Allah çarpar misali, herkes uzaklaşan yavruyu çıldırmışçasına özlemeye başlar bu yaşlarda. Çocuktan da aynı performans beklenir mümkünse. İki gün ayrı kalmak büyük travmadır, çocuğunu uğurlarken ağlamayana da yan gözle bakılır. Çocuk da ağlarsa ne ala, tuhaf bir hazla teselli edilir. Anneler bu konuda daha ön plandadır, ağlamayan babalarsa kendilerine zaten doğuştan biçilen paye “erkekler ağlamaz” olduğundan yadırganmaz. Ben de böyle olmaya meyilliydim vallahi, ucundan döndüm. Ayşe ilk seyahatine giderken bütün çocuklar ağladı, bizimkisi sadece el salladı diye epey bozulduğum anı dün gibi hatırlarım. O 10 yaşındaydı. Bense kendisinde ayrılırken üzülünmeyen bedbaht anne! Büyük utanç! Hep gülsün isterken ağlamadı diye bozulmak, ne yaman çelişki, anlayana tabi…Halbuki kocaman nefsimmiş beni orada üzen, yeni anladık bin şükür…Buyurun, özlemenin en bencil hali de budur...
Ben şimdi kronolojik olarak orta yaş özlemelerinde bir yerlerdeyim, gitme arifesinde özlemekle ilgili epey kafa patlattığım anlaşılıyor sanırım. Bu yaşta, çok şükür ki bu kafayla özlem denilince geldiğim nokta şudur: eğer bir birliktelik sağlamsa - bu çocuk, çoluk, eş, aşık, arkadaş her ne tür ilişki olursa olsun - eğer bu ilişki sağlamsa, yani herhangi bir bağımlılık ilişkisi içermiyorsa , özlemek çok hoş bir histir. Sevdiklerimizle zaten en kuvvetli bağ olan sevgi bağıyla bağlıyız, daha ne ister insan. Güzel sevebilenler, güzel güzel de ayrılabilir, ferah ferah ayrı kalabilir. Sıralı ölümlerle ayrıldıklarım var, onlar için de benzer düşünüyorum. Güzel şeyler paylaşıldıysa, ayrılmalar da çok keyifle kabulleniliyor. Eğer ayrılıklar acı içeriyorsa, o zaman azıcık dönüp içlerimize bakılması gerekebilir demektir, bilen bilir, en sevdiğim cümledir bu. Neredeydi o acıtan şey diye aranılacak, taranılacak, sebebi bulunup mümkünse imha edilecek. Mümkünse herkes hayattayken herkesle helalleşilecek. Etekler dökülecek, diğer tarafa bir şey götürülmeyecek, sırat köprüsü ağırlık sevmiyormuş diyorlar…
Çok sevdiğim arkadaşlarım uzaklara saçıldı, özlüyor muyum? Evet, bir şekilde özlüyorum. İyi olduklarını biliyorsam ne mutlu. Benim onlardaki yerimin bile artık önemi yok, onların bendeki yeri nedir biliyorsam ne mutlu. İstediğim zaman haber alabiliyorsam ne mutlu, haber yollayana da ne mutlu, alamıyorsam da o kendi seçimimizdir bu teknoloji sağnağında. Artık o yalan özlemelerden çok uzakta bir yaştayız...yani olsak iyi olur...
Altı yaşımda nefret ettiğim o hissi artık tanıyorum, neden kaynaklandığını, aslında neyi beslediğini çok iyi biliyorum. O altı yaşındaki Elif’in hissettiği sızıyı hatırlar gibi olabilirim belki yine de, o göğüs ortasında başlayıp, burun direğinde bir titremeyle sonlanan hissi, belli mi olur, zaman zaman. Hayat bu bilinmez, çok iddialı olmamak lazım. Ve insan nefsi öyle yılmaz bir savaşçı ki, belli mi olur meydanı boş bulur, bana da her an : “Bak özlemezsen olmaz ama, özleyeceksin ki, acı çekeceksin ki hayatın anlam bulsun,” diyebilir. Ama eminim ki beni artık tanıyan daha keyifli hasretler hemen sıraya diziliverecekler ve hooopp, “Bi çekil sen aradan,” diyecekler o sızıya. “Çekil oradan, biz geldik. Sen çekil, çünkü senin zamanın doldu, biletler yandı. Çekil aradan, biz güzel güzel yaşamayı öğrendik, güzel güzel de ayrılmayı biliriz, zaten hepimiz her zaman hep beraberiz.”
İste özlemenin benimle büyüyüp geldiği son hali budur, ve de şimdilik en sevdiğim hali...tastamam Elif'cesi...
İste özlemenin benimle büyüyüp geldiği son hali budur, ve de şimdilik en sevdiğim hali...tastamam Elif'cesi...
bu yazı bana iyi mi geldi yoksa dahamı içlendirdi bilemedim ama bu aralar yaşadığım durumu tam olarak ifade eden bi yazı oldu. içim burkuldu okurken bi taraftan da keyiflendim güzel dilinden...
YanıtlaSil'eğer bir birliktelik sağlamsa - bu çocuk, çoluk, eş, aşık, arkadaş her ne tür ilişki olursa olsun - eğer bu ilişki sağlamsa, yani herhangi bir bağımlılık ilişkisi içermiyorsa , özlemek çok hoş bir histir. Sevdiklerimizle zaten en kuvvetli bağ olan sevgi bağıyla bağlıyız, daha ne ister insan.' Ben hep şöyle düşünürüm, geride bıraktığın kişi gün gelip kaldığın yerden devam ediyorsa ilişkiniz sağlamdır. Sağlam ilişkilerd anlatacak, paylaşacak şey her zaman vardır:)
YanıtlaSilDaha once de okumustum ve o zaman da cok beyenmistim. Tam tam aynisimi yoksa biraz gelistirmissin gibi geldi. Kalemine saglik. Tum ozleyenlere gitsin. Basta da baba.
YanıtlaSil