Bir varmış , bir yokmuş...
Ülkelerin birinde bir masal festivali varmış...
Bizim Elif de bu festivalin yolunu tutmuş...
Sonrasında da cin çarpmış gibi olmuş.
Masal olayına önce Toronto’da giriş yaptım ben geçen sene.
Malum, ele güne yabancıyız. Çok insan tanıyabildiğim doğrudur. Amma velâkin baktım
bu “çok insanlar“ haftasonu akşamı gelince, “Bir şey yapalım mı?” diye
aradığımda bir yıllık programlarına bakıp bakıp, “Hmmm, tatlım mâlesef Eylül’e,
Ekim’e , seneye kadar doluyuz” demeye
başladıklarında anda çıktı Toronto Masalcıları karşıma. Şansıma, tam da hayati önem taşıyanlar dışında program yapmayı
çok şükür durdurduğum anda gelmiş bulundum buraya. O kadar önden program
yapmadığım için de, ibiş gibi yanlış tarihte kapıları çalmaya yeltendiğim
de vakidir.
Neyse, bu masalcılar bana kucak açtılar, izzet ikram da
yerinde, her Cuma takılmaya başladım kendilerine. İki saat boyunca bir dolu
masal, bir dolu ülkeden masal... Bir senemin haftasonları sayelerinde
renklendi.
Buranın bir güzelliğinin de bu çok seslilik olduğunu
hatırlatan bir aktivite masal festivali.
Herkes başka bir yerden kaçmış, gelmiş, göçmüş gelmiş. Ama
ne hikayeler, anlatamam. Hepsi roman mahiyetinde. Uganda’da onüç yaşında
çocukken yılan kuyularında saklanan güldürerek anlattı hikayesini, Afganistan’da
üç kere sınırdan kaçmaya çalışıp, sonunda yakalanan babasının başına silah
dayandığını gören kız da ağlatarak anlattı. Etyopya’dan köle kız çocuk kaçırıp, sonrasında o kız
rüyasında kardeşini gördüğünü iddia ettiği için, tekrar darbe altındaki ülkeye gidip kızın
kardeşini arayıp bulan kadın da anlattı başka hikaye. Hiç biri kurgu değil...
Hepsi dünyanın bir yerinde hala yaşanmakta olan dramlar.
Ve ben şunu düşündüm: başkalarınınkine göre büyük sandığım
kendi dünyam da ne kadar küçük, dünyanın bunca hikayesinin yanında. Giderek
zaten "ben" olduğumu sandığım çok şey soluklaşıyor, anlamsızlaşıyor.
Sinirlendiğim, üzüldüğüm, kızdığım şeyler önemini hızla yitiriyor. Bütün bu
hikayelerin tümünde o kişilerin hâlâ hayatta olmasını sağlayan öyle büyük bir “iyilik”
var ki, diğer her şeyi yerlebir ediyor. Ve hepsi karşımda “Bize bak, bize bak. Dikkatini
bize ver” diye bas bas bağırıyor.
Gayipten sesler bunlar... Kerem tırsmakta haklı mı diye
düşünmüyor değilim bazen.
Neyse, sizi bir masalla uğurlayayım bu yazımda. Anlamlı bir
masal, benim bu masalcılara ilk gidişimde dinledip pek de şaşırdığım, epeydir sizlerle paylaşmayı istediğim, varlığından haberdar olmadığım bir masal: İsmim Elif'in masalı.
Ailesi İzmir’den göçmüş bir yahudi masalcı anlattı ve tabi ki
masalın orjinalinde arapça kelimeler kullandı. Ben kendimce uyarlamaya çalıştım.
Bir detay daha, arap alfabesi de, ibranice de Sami dil ailesinden geliyor, anlatan kişi
yahudiydi, ve bu masalı da Kabala başta olmak üzere birkaç kaynaktan kendisi
derlemiş.
Bütün harfler tanrının huzuruna çıkmışlar, bir dertleri
varmış... Bir baş harfe karar vermek lâzım, başsız olmuyor. Ama kendileri
halledememişler, arıza çıkmış. Kaşlar , gözler yarılmaya başlamış, "M"nin ayağı kırılmış, "g"nin gözü patlamış falan filan, hayal edin işte. Bakmışlar
olacak gibi değil, onlar da gidelim soralım şu tanrıya, bize hakemlik yapsın,
demişler.
Tanrı almış hepsini karşısına, demiş ki:
-Peki herkes bana kendini anlatsın madem öyle, en baş harf olmayı hakediyor mu söylesin.
Harfler başlamışlar teker teker kendilerini methetmeye.
Örneğin “Ba” çıkmış, demiş:
-Ba, “bağışlayıcı”nın ilk harfi, en büyük meziyetlerden
biri, ben olmalıyım.
“Ta” çıkmış, demiş
-Ta, “takdir”in başharfiyim, daha ilahisi yok fiillerin.
Böyle sürmüş gitmiş, bütün harfler kendilerini anlatmaya doyamamışlar. Derken harfler tükenmiş, sanırken, tanrı bir bakmış, köşede bir
minik çubuk saklanmış, sinmiş, sessiz sessiz duruyor, yeltenmiyor bile ortaya
çıkmaya.
-Peki, sen hangi harfsin direkçik, neden talip olmadın
başharfliğe, susar durursun kenarda?
-Benim adım “Elif” demiş, beriki...Susuyorum, çünkü biliyorum ki
ben ne söylersem söyleyeyim, herkes ne anlamak isterse onu anlıyor, yani
bir önemim olduğunu düşünmüyorum, demiş...
Ve ta, ta, ta , taaaa...Tanrı tevazusu ve bilgeliği
sebebiyle onu başharf yapmış...
Ya... İşte öyleymiş Elif’in hikayesi....Hoş değil mi? İsmimi hep sevdim zaten.
Bir sonraki masalımıza kadar hoşçakalın...