23 Ekim 2024 Çarşamba

ZİRVE



Güzel kızım geldi, bir aydır bizimle.

Bilmeyenler için bilgi: biz kızım ilkokula başlayıp memleketin eğitim çıkmazına tosladığımızda, onu okumaya başka ülkeye göndermeye karar vermiş, sonra da fırsat çıkınca onu göç ettirmeye niyetlenip, Kanada’ya yollamıştık. On sene olmuş. Ben şahsen, bazı arkadaşlarımı, akrabalarımı kızdırsa da, bu topraklarda yaşamaktan bezdim, ve yakın gelecekte en küçük bir umut kırıntısı görmüyorum. Ha, gün olur, devran döner, yıllar geçer, başlara taşlar düşer, mucizeler hep vardır, bir gün buralara da minimum bir huzur gelir. Ama yakın gelecekte en azından kurallara, kanunlara gösterişte dahi olsa hürmet gösterilen bir yerde yaşama seçeneği olsun istedik. Zorlandık, kolay olmadı. Ama oldu. O da şimdi zorlanıyor, ama bunu seçtik biz. Dilerim iyi gelir ona, uzun vadede.


Neden umutlu değilim, bilmek ister misiniz? Çünkü burada hiç bir kuralın, kanunun denetimi olmadığını biliyoruz hepimiz. Balkonlarını kapatıp, iç mekana dahil edenler biliyor mesela bunun denetlenmediğini. Evine kat çıkanlar biliyor denetlenmeyecek, vergi vermeyen biliyor denetlenmeyecek. Çocuklar daha ergenken, çalışmadıkları halde sigortası başlatılıyor, biliyor denetlenmeyecek. Komşusu ne yapıyorsa, o da kendinde hak görüyor, denetleyen yok. Bu yaz güzelim Datça’da güzelim Kargı koyundan geçtik. O güzel sahile yan yana dizmişler tekerlekli odaları. İnşaat yasak o koylarda, ama memleketçe bulduğumuz güzel çözümlerle gecesi 400 dolara denize sıfır odalar yapmışlar. Güzel de yapmışlar keratalar. Hepimiz de böyle yasak alanlara yapılmış yerlerde takılmayı seviyoruz, çünkü güzel. Gördük geçen sonbahar ebesini toplu halde, sel götürdü ya Kıyıköy’de miydi, neredeydi, Karadenizde böyle kaçak göçek yapılan bir tekerlekli tesisi sel götürdü. İnşaat izni olmayan yerlerde “önden gelen tüyolarla” imar işi hallolacak, arsa ister misiniz, diye haberler geldi bize de. Alabilirdik. Kimse denetlemeyecekti.


Bütün kafelerde güya dış mekan, sadece bir cephesi açık cam, üç yanı ve üstü kapalı, herkes fosur fosur sigara içiyor. Şu an da öyle bir yerdeyiz, uyarsan ne çare! Güya üç yanı açık olmayan mekanlarda sigara yasak. İçen kişi beni umursamıyor, kuralı umursamıyor ve delebildiği an deliyor. Gayet düzgünce de bir kadın, sorsan, o da şikayetçidir memleketteki kuralsızlıktan, kanunsuzluktan. 


Ve denetlenmeye denetlenmeye, kuralla kanunla dalga geçe geçe gelinen zirve: özel hastanelerde bebek katliamı skandalı.  Kalbi olanın kanının donduğu noktaya gelmişiz denetimi siktir ede ede. Öfkeliyim. Ülke ayaklanmalıydı. Hayat durmalıydı. Oysa ben yan masadaki karıya dahi sinirlenme hakkımı kendimden almışım bile. Söylesem,  kafedeki diğer içiciler mal mal bakar, daha önce başıma geldi nitekim.


Her şeyin  birbiriyle bağlantılı olduğunu görmeyen güzel ülkem, içinden çıkması zor bir çamura saplanmış. Zor çıkar. 


Ben de bugüne kadar çok katkıda bulundum bu cehenneme. Günahsız değilim. Ama korsan taksiye vicdanı rahat binebilmekle, bu yarattığımız cehennemin ilişkili olduğunu farkettiğimden beri kendimce biraz daha ayığım.


Yine de, kırmızı ışıkta geçtiğimde bana kızan Kanadalı kızıma: bırak sefasını süreyim şu cefası bol memleketimin, diyebiliyorum. Bırak geçeyim. Ve sonra söyleneyim kaldırıma parketmiş trafik polisine: Sen bunu yaparsan, nasıl düzelecek bu memleket? diye. 


(Epeydir atarlanma ihtiyacı duymuyordum. Kapanmış oturuyordum ne güzel. Ama müsade etmiyor ki memleket.)