Ödül kazandım, facebooka koydum, “like”ları “like”ladım. Hoşuma
gitti, güne hoş başladım. Sosyal medya sağolsun.
Evet hoş bir yanı var durumun. Çoğu zaman kim ne yapmışa
bile fazla odaklanmadan likeları, iltifatları “bas bas bas ortaya leyla”
şeklindeyiz hepimiz. Ben ne ödülü almışım, kimse ona bakmıyor. Hoş ben de
bakmıyorum, hemen post ediyorum, ki
likeları sayayım sonra diye. İnsana “pişu”ymuşsun hissi veriyor. Bu pişu, eski
ortağım, laz Afitap’tan, andık bak yine, hayatımın en çok şey öğrendiğim
dönemiydi, bu nedenle arada anmasam olmuyor. Lazlar, köyden biri okuyup adam
olduğunda, o kişi için “çok da pişu oldu” diyorlarmış. Pişu olmak, çok iyi
birşey olmak anlamında yani. Hepimizin pişuluğunu çoğaltıyor bu facebook ve
benzerleri.
Benden duyun, yabancıdan deği. Çoğu ödül hikaye, bastırıyor
parayı veriyorsun bir kuruluşa, kuruma. Bir gelir kaynağı bir sürü kurum için
yarışmalar. Seni başka para verenlerle yarıştırıyorlar. Sonra çoğu ödül için
sosyal medyada oylamalar yapılıyor, eşe dosta oylatıyorsun, kim daha popiyse
(popüler diye açayım genç jargonuna
mesafeli olanlar için) o alıyor oyları, hop bi şey kazanmışsın. Ayrıca, ödülü seçen mecra hep bir jüri, yani bizden daha bilgili olduğu varsayılan başka insanlar. Hele sanat, edebiyat gibi tamamen ruha hitab eden olaylarda hiç anlamıyorum neden bir jürinin bir şeyin "bu iyidir" demesine itibar edilmesini. Eseri yaratanla, eseri deneyimleyen arasındaki mahrem ilişkiye kim hükmedebilir? Oscar'ları da bu nedenle seyretmem zaten. Kime ne benim neyi beğeneceğimden, ya da bana ne onların beğendiklerinden.
Ne
kazandığından ziyade, sosyal kurdelelerine bir tane daha eklediği için mutlu
herkes. Kırmızı kırmızı kurdelerle dolaşıyoruz hepimiz. Bazıları ödül bu
kurdelelerin, bazıları ise “çok şükür”ler. O şükürler yok mu o şükürler. Aşure
yapan komşuya şükür, (haha, buna takığım , kimse alınmasın) hayırlı evlada
şükür, etrafımızdaki kalabalığa şükür... Ve saire, ve saire...
Neden ve
kimlerden ibaret o kalabalık, bir dönüp bakmıyoruz. Bizi övgülere boğanlara karşı
hiç birimiz boş değiliz, ama eğer zaten yapılacak olanı yapıyorsak, neden
ekileniyoruz, ne kadar muhtacız o övgülere, bir durup düşünmüyoruz. Şüküre karşı
değilim, bilenler bilir, oldukça dua, şükür, üçkuluvallabielham bir tipim. Sadece
ne kadar düşünerek tepkilerimizi verdiğimize dikkat çekmek istiyorum. Ve hatta
tamamen kendi kendime konuşuyor varsayın beni, düşünmek istemiyorsanız, ve hâlâ buraya kadar okuduysanız...
Yaşadığımız çok şeyin içini boşaltıp, ödüllerle, şükürlerle
dolduruyoruz. O fotoğrafı çektiğim gün kızla kurduğum irtibatın keyfini, sohbeti,
benim daha güzel fotoğraf çekmek için verdiğim gayretten aldığım hazzı, o
fotoğrafı bilgisayarımda açıp da güzel olduğunu benim farkettiğim anın sihirini,
kendime “aferin elif, uğraşıyorsun, ve oluyor”un kalbime akan ılıklığını, “şöyle
yapayım bir daha”nın umudunu, kendi kendim ve ekranımla başbaşayken kendimi
alkışlamamın önüne alırsam o tebrixleri, işte o zaman özgürlüğümün gittiği
andır. Sınırı toplum değil, kendimiz belirlersek mesuduz, yoksa gözümüz ekranda yaşamaya mahkumuz...
Kerem’in dediği gibi... Kendimizle ve/veya sevdiklerimizle
gurur duymak için bir şey yapmamıza ve/veya bir şey yapmalarına ihtiyacımız
olmamalı. Ben de dahil, çoğumuzun elli yıllık öğretilerine karşı durmak demek
bu. Kötü niyetle değil, ama büyük bir ısrarla bize dayatılan bir sanal olgu bu. Eskiden de sanaldı, bugünün yüzde bin sanal dünyasında hâlâ bin beter sanal...Gerçeklikle
bağımızın kopmaması için, bunu kendime hatırlatma gereği duyuyorum ara ara. Geçenlerde facebooka konmuş eski bir tatil köyü fotoğrafında şarkı söyleyen genç elife:" Aferin bunu da başardın ya!" yazan bir zihniyetin yavrusuyum ben. Ve yanlız olmadığımı biliyorum. Ben sadece geveze olanım o güruhtan... Belki
bunu hatırlamaktan hoşnut olacaklar vardır okuyanlar arasında, ve belki benim
gibi yürüdüğü yola ara ara dönüp arkasına bakanlar vardır ve kendileriyle gurur
duyuyorlardır sanallıklarıyla ilişkilerini geride bırakmayı başarmış olmakla,
ya da hâlâ mücadele verenler...Ama el netice, bir şekilde olayın farkında
olanlar...
Bu arada, ödül bileğimin hakkıydı, o ayrı. Ama ödülsüz de o fotoğrafın
güzel olduğunu biliyordum. Güzel olmasaydı, ki bir sürü öyle fotoğrafım var,
çok sevdiğim, hepsi benim bebeğim...Bana en büyük ödül, bana çok şeyi unutturan
bir uğraş. Bana kazandırdığı arkadaşlıklar, bana kazandırdığı zaman, bana kazandırdığı
ben...Habire yarışmalara katılıyorum, kulübün eğlencesi, üstelik gelişmeye sebep
oluyor.
Çok teşekkürler beğenilerinize, tebriklerinize. Bekleyin,
başka ödüller de paylaşacağım ara ara...