“Nasıl bir hal bu insanlık hali Elif?” diyorum kendime...
Düşünmeyle anlaşılamayan bir hal, o kesin...
Dostoyevski’ler , Tolstoy’lar, Shakespeare’ler anlamamış, sen mi anlayacaksın
diyorum? Romanlar yazılmış, destanlar düzülmüş anlamaya çalışırken, sen mi
anlayacaksın üç beş satırınla?
O poliscikleri o “her zaman beklemediklere yere toplayan”
ruhlar, emirleri verenler, oyunları tezgahlayanlar, düğmelere basanlar, hepimiz
benzer rahimlerden çıkmadık mı? Hepimiz aynı şekilde atmadık mı ilk
çığlığımızı, kıçımıza yemedik mi hepimiz ilk şaplağı, aynı şekilde
karşılaşmadık mı bu fani dünyayla?
Hepimiz altı üstü birkaç sefil hücreden oluşmadık mı, aynı
şekilde?
Hepimizin vereceği son nefes, altı üstü bir nefes değil mi?
O elmayı yemeseydi bizim Adem’le Havva kendini bilmezleri,
farklı olur muydu her şey?
Tanrı’yı uzaklarda aramasaydık hiç...Güneş, ay neyimize
yetmedi?
Sınırları hangi hıyar çizdi?
Bayraklarımız kuşlu, kaplanlı olsaydı hâlâ...
Biriktirmeye hiç başlamasaydık, değiş tokuş neyimize yetmedi?
Daha az akıllı olsaydık keşke...Bak kedilere, köpeklere...
Bugün çok şeye gıcık oluyorum. Bayrak görmek istemiyorum,
vatan, millet lafları duymak istemiyorum...”Onlar” , her kimseler, bizi
kandırmaya çalıştıkça, “bizler” kandırılmaya bu kadar teşne olunca, Orwell
yazsa, herkes okusa, ne yazar diye düşünüyorum...
Lanetleye lanetleye lanetleniyoruz, farketmiyoruz...
Yok olacağına bizzat şahit olmaya ömrüm yetmeyecek bir dünya
elden gidiyor diye dövünerek, ya da benim için ırklarının, dillerinin, dinlerinin,
sınırlarının ayırt edici özellk olmadığı “vatan”ım dediğim coğrafya parçasının “elden”
gidiyor velvelesine dahil olmayarak, bir ölümlü
bedene sahip olduğum bilinciyle kendime ve etrafıma dürüst olarak
yaşayıp gitmek istiyorum...Bir bedenlik hayatımda...
Ne dünyaya bir halt oluyor, ne memlekete... Olan en çok
insana oluyor... Ve insan üstünden oluyor yine her şey...İnsana ait vasıflar
nedeniyle oluyor.. Bu aklın sırrın işlemediği sonsuz bilinmeyenli bir denklem...
Danışıklı döğüşler arasında yitiyoruz...
Bir yerlere topluyorlar polisleri...Bir yerlere topluyorlar
insancıkları, o patlattı, bu patlattı, sen düşmansın, öbürü dost, bu doğru, bu
yanlış diyorlar insancıklara. “İnan” diyorlar... Allaha inan, kitaba inan,
cumhuriyete nan, vatana, bayrağa inan diyorlar...Ve inandığımız kadar var
oluyoruz...Bu cennete, bu cehenneme, diye herkes kendi tasnifini yapıyor...Cennete varmak, cehennemimizden sıyırmak sanrısına göre belirliyoruz geçeceğimiz yolları...
Ne kadar aynıyız aslında, bunu hissedemeyecek bir hızda
akıyoruz her yerden ve her şeyden...Ve sonunda aynı bok çukuruna düşüyoruz...
Her yerimiz kanlı, çamurlu...
Acılarımız karışıyor birbirine. Çıkardığımız gürültüden duyamıyoruz birbirimizi...Benzer olduğumuzu sandıklarımızın ellerini bulmaya çalışıyoruz, unutarak hepimizin aynı olduğumuzu...
Beceremiyoruz o ilk çığlığımızı hatırlamayı...
Beceremiyoruz vereceğimiz son nefesin aynılığını unutmamayı...